Okuduğunuz şiir 16.1.2010 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Topraküstü Kaya Mezarımın Ayakaltı Sorgu Dehlizi’nden Notlar – 2
‘Pimi çekilmiş bir el bombasıyım, senin mevzilendiğin her cephede...’
Su tahtı lâtif sesler ve İncil’in hikâyesi; Halhal pâyeliğinde, toprağı dövüyor ayak. Kasırgayı andıran bâkir bir kaltak vâyesi, İniyor yarı çıplak yarı alçak bir umardan... Sadece yüzüm değil, sözüm de hesap soracak İsabel kadar kirli ve çirkin o adamlardan...
Söz, yağız yer dizlemiş balballar misâli kemâl; Bin yıllık tövbeleri saklayan akkor kemerdir. Söz, tespih tespih visâl, seyr û sefer sûru cemâl; Söz, Kün Vakti’nden beri âleme şems û kâmerdir.
Yağ ve barut kokusu, delil ateş kayığında; Dalga dalga çöküyor, mendireğe vuran topak. İfraza yakın volkan baygınında, ayığında; Eski dünya düşüyor infaza, altın humardan... Oysa ki yaşım değil, gözüm de hesap soracak İsabel kadar kirli ve çirkin o adamlardan...
Göz, şaşkın kâşiflere tutanak yoksunu akit; Tozpembe hayâllerde yalın kılıç bir neferdir. Göz, akıl aktan çıkıp karaya çaldığı vakit, Pusulasız seyyaha gün dönümü gök fenerdir.
Çok uzak kıyılardan evim evdeşim üstüne, Yeminler büyütüyor, saçlarımdan tutan savak. Hayıflarda tayfalar martı çığlığında güne; Mor inciler topluyor, kıpkırmızı son kumardan... Yalnızca ruhum değil, özüm de hesap soracak İsabel kadar kirli ve çirkin o adamlardan!
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiirin altında epey patırtı kopmuş. Bu arada merak edip cevaplar kısmını da okudum. Görünen o ki şiir anlaşılmamış ve bütün bu patırtılar da bu yüzden kapmuş. Aslında 'şiiri anlamak' gibi bir kaygı taşımadan okunmalıdır şiir. Anlarsın veya anlamazsın; hoşuna gider veya gitmez. Bunun muhasebesini yapmak okuyucunun değil yazıcının işidir; zira hiçbir şairin okuyucuya 'neden şiirimi anlamadın?' demek gibi bir lüksü yoktur. Okuyucu şiiri okur veya bitirmeden bir kenara atar; bu şair için çok hazin bir sondur.
Bu tespiti yaptıktan sonra eser hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Eserde verilmek istenen mesaj bir takım kelime oyunları arkasına saklanılmak istenmiş. Oysa şiir 'kelime oyunu' değildir. Şiirde art arda gelen telmihler var. Şair telmih yaparken karşısındaki okuyucuyu da düşünmek zorundadır; zira telmih anlaşılmazsa şiire yazık olur. Bu şiirde böyle bir tehlikenin varlığını sezdim. Dil hususunda titizlik gösterilmediği kanaatindeyim; çünkü çok eski ve çok yeni kelimeler yanyana kullanılmış. Eski kilemeler hayatiyetini kaybederken yeni kelimelerinse geleceği henüz mechuldür; bu, şairin kalıcı olması bakımından oldukça riskli bir durumdur. Şiir şekil bakımından da alışılmadık bir şekilde yazıldığını düşünüyorum. Altılı ve dörtlü bentlerden oluşan şiirde kafiye düzeni de altılık ve dörtlüklerde farklı yapılmış. Bunun ahenk bakımından bir takım mahsurları olacağı kanaatindeyim. Hecenin 15'li kalıbı şiirimizde hemen hemen hiç kullanılmamış bir kalıp. Mehmet Emin bir zamanlar Türkçe'de her kalıpta örnek vermek amacıyla yazmıştı bu kalıpla, bunun dışanda başkasında rastlamadım bu kalıba. Bütün bunlardan sonra şiirin çok iyi olmadığını söylemek zor değil aslında; ama bu sadece şiirle alakalı bir hükümdür. Şairliğinize bir sözüm yok; olsa olsa bu tarzda yazmakla onu zay'ettiğinizi düşünüyorum. Her şeye rağmen iyi olmuş bu şiirin güne düşmesi; böylece yapılan tartışmalardan, verilen bilgilerden oldukça istifade ettim. Sırf bu yüzden teşekkür ediyorum size...
Eserinizin sonuna kadar arkasında durmanız hoşuma gitti. Rahmetli Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu'nun bunu canlandırdığı da doğrudur; ama bu bahis mevzuu kalıbın ahenkli bir kalıp olduğu anlamına gelmez. Dilimiz uzun mısraları sevmez; zira uzun mısralar yorucudur. Nihayet bu biri tercih meselesidir. Siz tercih edersiniz, buna kimsenin bir sözü olamaz. Benimki sadece ikaz babındandır. Cevabınızın bir yerinde 'İslam Sonrası Türk Edebiyatı'na sızma Fars ve Arap Edebiyatı...' tabiri var. Bu tabirin biraz ağır; hatta haksızlık derecesine varan bir iifade olduğunu düşünüyorum. Bu iki edebiyat günümüzde de edebiyatımızı etkiliyor; sizin yazdığınız şiiri bile... Raflardan indirdiğinizi ve üzerindeki tozu alıp temizlediğiniz, cilaladığınız kelimelerin söz konusu 'sızma'lardan olduğunu göz ardı etmeyiniz. Ben dili kelime bazında değerlendirenlerden değilim. Yabancı kelimelere de karşı değilim; hatta onlara yabancı da demem; zira o kelimeleri biz yüzyıllarca kullanmış kendimize mal etmişiz. Ortaya konan eserin anlaşılması hususunun yüzde onluk bir payla okuyucuya yönelik olmasına gelince. Edebiyatla şu veya bu şekilde meşgul olanların dışında Tevfik Fikret'ten, Ahmet Haşim'den ve bütün Divan şairlerinden günümüzde hatırda kaç mısra kalmıştır halkın hafızasında? Aynı minval üzere İkinci Yeni hereketini kim bilir, kim anlar ve kim ezberler? Burada düşünülmesi gereken iki hususa dikkati çekmek istiyorum: dil, düşünce... Sadece estetik kaygılar, sadece dil ihtimamı da şiiri şiir yapan unsurlar değildir. Burada tartıştığımız şiirin hep dış cephesidir; oysa şiir şekilden ziyade muhtevadır. Ben şiirinizin muhtevasına hiç temas etmedim. Sadece 'anlaşılmamış' dedim. Bunun en önemli sebeblerinden birisi kullandığınız kelimelerse, diğeri de dolaştığınız iklimle alakalıdır. Şiirimizin içinde bulunduğumuz zamanda dibe vurduğunu kabul etmek lazımdır. Bunu anlamak için sadece bu sitedeki şiirleri ve özellikle şiir yazanların tutumunu görmek yeterlidir zannındayım. Siz yazıyor ve tartışıyorsunuz; bu takdiri şayan bir tutumdur. Ben yazdıklarını hiç savunmayan ve tartışmayı da reddedenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Asıl olan tartışabilmektir. Hangimizin kaybedeceği, hangimizin haklı çıkacağı hiç önemli değil; önemli olan Türk şiirinin kazanmasıdır. Ben hadiseye bu zaviyeden bakıyorum. Sanıyorum siz de buna katılacaksınız. Bana düşüncelerimi söyleme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim... Başarılar diliyorum... Sevgi, saygı ve selam ile...
..tabii ki, iyiniyet esas alındığında faydalı patırtılardır, şiirin altında kopan.. şiiirin anlaşılıp anlaşılmama konusunda görüşlerinize ortak olduğumu, dâhi hemfikir olduğumuzu belirtmek isterim. ilâveten ileteceğim mevzuu şudur ki, şiirin bugün değerlendirilmesi ile yarın değerlendirilmesi arasında şüphesiz dağlar kadar fark olacaktır. zaman süzgecinde, şiirin tetkikinde mevcut kriterlerin mi kullanılacağı, yoksa yeni yeni değer biçemleri icat edilip de çok daha geniş ölçütlerin mi kullanılacağı ayrıca konuşulması gereken bir konudur. zira şiir, bir söz ilmidir. dolayısıyla dilin de gelişimi gözönüne konulduğunda şiirin anlaşılıp anlaşılmaması değişik bir boyut kazanacaktır.
..ben o tozlanmış raflardan unutulmuş ya da unutulmaya meyillendirilmiş sözcüklerimi alırım, üzerindeki tozları özenle temizlerim. tıpkı bir antikacının insâfına bırakılmış, nadide bir antikayı görücüye çıkarması gibi... sonra o sözcüğü öylesi mısraların arasına oturturum ki, secere itibâriyle aslî cevheri gün ışığına çıkabilsin/çıkartabileyim. yine antikacının tertemiz pırıl pırıl yaptığı o tozlu antikayı, antikacı dükkânının en göz alıcı köşesine ya da vitrinine yerleştirip, 'bismillah' çekmesi gibi..
..öte yandan, eser hakkında kelime oyunlarının arkasına saklanılmak istenmiş tâbiri bu şiire, dâhi benim yazdığım şiirlere söylenemeyecek bir sözdür.
...evet, şâir okuyucuyu düşünmek durumundadır. ancak, ortaya koyduğu eserin tahminî yüzde onunu geçmemelidir, okuyucuya adadığı idrâk sayfaları... zira, san'at adına ortaya konan her abide, san'atçıya dair orjinallikler muhteva etmelidir ki, eser melezleşmiş, nemelâzım ve yörüngesinden sapmış yahut serseri mayın gibi dümen altı olmasın...
...hecenin 15'li kalıbının hemen hemen hiç kullanılmamış olduğunu belirtmenizi, şu şekilde düzeltme yoluna gidebilir miyiz diye sormak isterim; İslâm Öncesi Türk Edebiyatı'nda (Türk Edebiyatı tâbirim sadece Anadolu Edebiyatı'nı değil, bütün Türk Dünyası'nın Edebiyatı'nı içeren bir kavramdır) 12'li hece kalıbı ile birlikte sıkça kullanılmasına rağmen İslam Sonrası Türk Edebiyatı'na sızma Fars ve Arap Edebiyatı sebebiyle pek kullanılmamıştır. Ancak, destansı söylemlerin her zaman özgün kalıbı olmuştur. Net bir ifâde ile Destan Şairi niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu, bu kalıbı çok başarılı bir şekilde yeniden canlandırmış ve bugünlere taşımıştır. sizce de uygun mudur, bu anlatım?
...şahsi değerlendirmeniz gereği şiiri iyi bulmamış olabilirsiniz ancak benim sizin bu kısa değerlendirmenizi oldukça iyi bulduğumu belirtmem gerekiyor. kanaatim odur ki, mevcut değerlendirmeniz ve değerlendirmelerimiz, şiiri yakından tâkip eden şiirsever dostlarımızı ziyadesiyle memnun edecektir.
Şiirine gene döneceğim kardeşim, sadece kutlamak ve sevgilerimi göndermek istedim. Ablan.
Diyorum ki her ne kadar uzak olsak da zaman zaman evimiz ve evdeşlerimizden, İsabel gibi nice kişiliklere rağmen gücün ruhumuzda olduğunu unutmayacağız.
serap hoca tarafından 1/20/2010 9:40:05 AM zamanında düzenlenmiştir.
...uzunca kaldım şiirinizde ,yorumları ve cevapları dahi okudum..sonra bu şiirin 3. versiyonunu da..sizi hep okuyorum ,eleştiriler bilgiye dayalı olduğunda elbet sukunetle dikkate alınmalıdır..bir büyük ,soru da cevap da bilgiden gelir ,der yanılmıyorsam..herkes okuduğundan bir şeyler anlar..anlayışı o anki ruh haletiyle de doğrudan ilgilidir ,şiirde ardığıyla da ..bir de şiir geniş bir bilgi alt yapısıyla yazılıyorsa ,elbet şiiri hakkıyla anlamak için şiirdeki bilgiye de nigehban olmak gerekir...
... şairliğinize birilerinin bir şey söyleyebileceğine ihtimal vermem.. bu güneşi balçıkla sıvamak gibi olur ancak..ki siz sitede kalemi kuvvetli ,kendine özgü uslubunu yakalamış ve korumuş bir şairsiniz...basit yazmıyorsunuz bir kere ,hep üst perdeden sesleniyorsunuz..Ahmet haşim ' en güzel şiirler karinin zihninde anlamını tamamlayan şiirlerdir ,der..hemen anlaşılan ve herkesin aynı şeyi anladığı şiir ne kadar şiirdir , o da ayrı bir mesele heralde...
.......farklı olanlar kalıcıdırlar zaten..Rabbim yolunuzu açık etsin..selam ve dualarımla kardeşim...
Mürsel Emre DOĞAN tarafından 1/17/2010 10:37:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
Söz, yağız yer dizlemiş balballar misâli kemâl; Bin yıllık tövbeleri saklayan akkor kemerdir. Söz, tespih tespih visâl, seyr û sefer sûru cemâl; Söz, Kün Vakti’nden beri âleme şems û kâmerdir.
Her ne kadar zamanım olmadığından şiir paylaşımı ve yorum yapamasam da siz değerli şairin şiirlerini güne gelince ve ana sayfada olunca elimden geldiğince takip etmişimdir.Benimde düşüncelerimi benden önce "bekirce" Bekir Yalçınkaya ,hocam söylemiş.Aynı düşücelerle şiirinizi ve yüreğinizi tebrik ediyorum.
Hece Şiirindeki hakimiyetinizi biliyorum.Lâkin aşağıda ki mısrada; şiiriniz 7+8 =15 hece olduğu halde, neden 7+9=16 hece olarak yazılmış ? "Öz, cehennem nimeti zebani istihdamına hak;" Öz, ce hen nem ni me ti =7 ze ba ni is tih da mı na hak=9
Şiirde asla hata bulmak düşüncemde olduğumu düşünmeyin.Sadece merakımdan. Selam ve saygılar sunuyorum.
Ses ve akenk bütünlüğü içerisinde, zengin kelimedağarcığı ile kendini tekrardan uzak kelimelere hamur gibi şekil veren şairin
dağların yürütüldüğü o gün geçmişin hesabının tek tek sorulacağını vurgulayan bir aşk şiiri tadında bir dünya görüşü bir yaşam duruşu sergileyen imrenilecek bir şiir Tebrikler SAYGILAR
konusu işlenişi altılı ve dörtlü bölümlerin birbirine bağlatısı bölümlerin uyumu helede enfes kafiye kelimeleri ile çok güzel bir şiir fazlasıyla hak etmiş seçkiyi ve eskilerden tanıdık bir kalemin şiirini burda görmek çok güzeldi kutlarım Hakan bey saygılar şiir adına
güne gelen harika siirinizden ötürü sizi kutlarim. dizelerinizi okurken dikkatimi ceken bir durum oldu
"İsabel kadar kirli ve çirkin o adamlardan..."
burda bahsedilen isabel kim..bir kadin mi? kadin ise bir kadin kadar cirkin adamlar ...mi demek istediniz ya da baska bir anlami mi var isabelin?
vaktiniz olurda aciklarsaniz simdiden tesekkür ederim not:(tarih bilgimin az olmasini kimseye söylemeyin) google bakip ögrenmek zor degil ama sanirim sizden duymak ve ögrenmek siire daha farkli bir duyguyla bakmaya, anlamaya neden olacaktir...
Önce İsabel'i tanıtmak gerekiyor, sanırım... İsabel, idealleri uğruna verdiği sözden asla dönmemiş tarihi bir kişiliktir. I. İsabel ya da Katolik İsabel yahut Kirli İsabel olarak da anılır. Yenidünya'nın keşfi için Kristof Kolomb ve taifesini görevlendirmiş kraliçedir.
Şimdi mısaraya geleyim... "İsabel kadar kirli ve çirkin o adamlardan"
Mısrayı şu şekilde açmak/algılamamız gerektir; İsabel kadar kirli o adamlar ve devamında çirkin o adamlar... Yani idealleri uğruna sözlerinin esiri olmuş adamlar ve aldıkları kararlar doğrultusunda, sözlerinin gereği Yenidünya'da yaptıkları ile sonsuza dek 'çirkin' olarak anılacak o adamlar...
Ne kadar giyinsek okadar çıplağız Belki de sahtedir doğru bildiğimiz yalanlar Şiiri değilde anlamını sevdik kimbilir Şimdi yaz yazabildiğin kadar anlaşılır veya anlaşılmaz
sayın şair şirinizi 5 kez okudum bana aşkı çağrıştırdı ama yitirilmiş duyguların verdiği acı ve haykırışı farklı dilde şiirleşmiş gibi geldi.Belkide incil ve isabel üstünden aşkınızı sorguladınız.Hangisi gerçek bilmek isterim saygılar
Bozulan efsun, dağılan ûmit ve yırtılan gökyüzü... Tıpkı, tarihe 'Kirli' lakabıyla geçmeyi umursamayıp, aldığı kararların arkasında durmayı becerebilen I.İsabel'in, adamları vesilesiyle Yenidünya'yı da kirletmesi sonrası gibi...
Bazı arkadaşların yorumu dikkatimi çekti. Şiiri anlayamamaktan gelen bir kaygıydı yorumları. Bir şiirine yorum yaparken şairin; kendine has uslubu oturtan ender şairlerden biri" demiştim. Şairin kullandığı dil, öztürkçe ağırlıklı farsça ve arapça tamlamalarla zenginleştirilen bir dil. Yani, öztürkçeyi canlandırma iddiasının yanında, Osmanlıca'yı da ihmal etmiyor. Bu da okurda bir şok etkisi yaratmıyor değil. Şairin uslubu bu. Ve bu yüzden orijinal. Elbet orijinal betimlemelerin de bunda payı yok değil. Şiir dilinde ve yapısında yeniyi arayan ve bu yeniyi kendi uslubuna oturtan bir şair. Tebriklerimle.
Keşke burada değil de yeni bir şiir olarak paylaşsaydınız bizimle ve günün şiirinde görseydik tekrar. Öylesi bir şiir zaten. Sen hep yaz şair, anlayan anlar. Saygı ve selamlarımla.
..Yerinde tespitler... Teşekkür ediyorum. Fırsat tanıdınız; yeni şiiri de paylaşayım, buradan...
Topraküstü Kaya Mezarımın Ayakaltı Sorgu Dehlizi’nden Notlar – 3
‘…ben bu şiiri yemezsem, aklım beni yiyecek!’
Kara katran mekânlarda ne sabırlar tazelerim, Ne imdatlar, düşlerine yüzümü sürmediğimde... Asûman şubat evveli, irem dilim sümbül serim Ve bâkir kalmış topraklar, şimdilerde daha da mor! O anafor saçlarını kıpkızıl görmediğimde, Sen ‘ben iyiyim’ desen de aklıma her şey geliyor!
Bilmezsin anlayışımın o derin firaklarda sığ; O bembeyaz köpüklerde, hülâsa dar olduğunu... Bilmezsin her sese koşan esrik kavgalarımın çığ; Yollarımın bıçak ağzı, sonumun yar olduğunu...
Nefsin en devrik yerinde rızkım gibi ateş ve kül, Ben yandığına yanarım, gülle gecelediğimde... Bir yanım gerdan düğümü, diğer yanım kızıl kâkül; Okyanus kurutan alnım, artık eskisinden de kor! Günâh istilâya yakın aşkı hecelediğimde, Sen ‘ben iyiyim’ desen de aklıma her şey geliyor!
Bilmezsin ayakucumda Sebe Bahçeleri’nin toz; Han el ayak çektiğinde cephemin ar tuttuğunu... Bilmezsin dal budak salan masmavi bulağımın boz; Yüzümdeki gür vadinin ince bir zar tuttuğunu...
Gündüzün izdüşümünde gök heybemde tenha çıkın; Düğümlenirim nuruna aydınlık dürüldüğünde... Un ufak tövbelerimde tepemde çakarken çakın, Böyle garip görülmezdim, üstelik böylesine hor! O demirden kapılara sürgüler sürüldüğünde, Sen ‘ben iyiyim’ desen de aklıma her şey geliyor!
Bilmezsin sessizliğimin tekinsiz nasıl da evham; Nasıl da yayan yapıldak figân û zâr dolduğunu... Gözlerimin kıyısına dağ uykusundan azat gam; Yüreğimin baştan başa, -bilmezsin yâr- dolduğunu...
Göz, şaşkın kâşiflere tutanak yoksunu akit; Tozpembe hayâllerde yalın kılıç bir neferdir. Göz, akıl aktan çıkıp karaya çaldığı vakit, Pusulasız seyyaha gün dönümü gök fenerdir.
Hep derim ya; bu şiir muhayyelleri dışlıyor ve gerçekleri işliyor.. Ben ne şairler gördüm ki 80'lik yaşlarına rağmen halâ bulutlar üstüne sevgil götürüp getirmeyi meziyet zannedenlerdi. Sadece süslü sözü ve megafonik sesi ile kalabalıkları tesiri altına alanların haykırışına hep gülmüşüm.. Ve her şiir günü toplantımızda hep aynı şiir ile şairlik taslayanları kendime eş şair addetmemişim. Acımasızca tenkid etmişim.. Kendini yenileyemeyen, kendine yeni fikir, kültür ve bilgi edinemeyen, tekâmül denilen ileriye doğru hamlelerin neresinde yer edinebilir ki.. Şiir, birer söz yumağı değil. Şair, sözleri sıralayan ve ak kâğıt üstüne siyah aralayan bir manzara adamı olamaz.. Şiir; rahmetin ve zahmetin gönül topraklarına yağışı, dâvâ adına fikir ateşlerinin yüreklerde yanışı ise? Şair kim oluyor? Bu sözlerin verdiği manzarada buluşan genç şair, Eke yürek, serdar baş.. Seni güzel eserin adına tebrik ediyor, dualarımı gönderiyorum..
..evet.. can damarı.. esâsen edebî uğraşında her arkadaşımız, bu şiir öncesi seslenişlere yer verebilmeli yazdıklarında... bu, hem şiirin yayını terk eden bir okun hedefine esrik bir vınlama ile saplanmasına, hem de şiirin bir önsözünün oluşmasına zemin hazırlar.
şiiri iki kez okudum laikn neden bahsettiğini anlayamadım belkide içinde geçen ve bana yabancı olana kelimelerdendir sonuçta bir emek sarf edilimiş ve seçki kurlumuzun beğenisini kazanmış ki şiir burada şiri kutluyorum
Bazen bir film ödül almıştır. Gidersiniz izlemeye çok şey ifade etmez hatta nasıl ödül aldığını bile düşünüp öyle çıkarsınız o filmden. Bu o 'eserin' kötü olduğu anlamına da gelmez. Emek vardır, seçilmiştir. Beğenir bir başkası, lakin siz kendinizden bir parça bulamazsınız. Hitap etmez size ve ruhunuza.. İçinde birşeyler ararsınız yaşanmışlıklardan bulamazsınız... Ya da bazen bir yazar oturur, düşünür, kurgular bir kitap yazar. Metnini duymuşsunuzdur alırsınız elinize, başlarsınız okumaya. Güçlü bir kalem olduğu besbellidir ama kayıp gitmez bir türlü satırlar. Akmaz su gibi. Alıp götürmez ruhunu bir yerlere. Senaryo hissi verir okurken, peki bu kötü müdür? Tabiki 'hayır'. Uğraş vardır sonuçta. Fakat size sıcak, samimi, yalın gelmez, bulamazsınız yazara ait izleri, yaşanmışlıkları. Karışık gelir gözünüze de, ruhunuza da.. Yorar. Hatta boğulursunuz ağır, anlaşılmaz gelen satırlar arasında.. Okurken 'şiiri'nizi, bu hisleri yarattı ben de ve ruhumda. Düşüncelerimi paylaşmam umarım sizi kırmaz?! Emeğinize saygım çok sn. şairim.. Kaleminiz yüreğiniz daim olsun. Saygı ve sevgilerimle..
sera. tarafından 1/17/2010 9:12:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
cok güzel diyecem diyemiyorum anladim diyecem anlamadigim icin yalan söyleyemiyorum puan vermek istiyorum ama nicin vereceyimi bilmiyorum deyerli sair arkadaslardan biri cikip da bana bu siir de ne anlatilmak isdendiyini bana anlatirsa memnun olacam saygilarimla...
Bendeki Sen tarafından 1/17/2010 6:53:28 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sayın şair.Beni terbiye ve saygıya davet ederken kendiniz de peşim sıra gelmeyi düşünüyorsunzudur umarım.Zira bir şiiri anlamamış olduğumu belirtmem saygısızlık değil.Orada yorum bölümü varsa ki eyvallah şak şak dememiz için konmamış oraya.Ben de acizane fikrimi daha doğrusu fikirsiz kaldığımı söyledim.Demek her doğru her yerde söylenmiyormuş.
sayın Hakan bey eşime karşı kulanmış olduğunuz uslup hoş değildi ilk yoruma vermiş olduğunuz cevabınıza bakarsanız kirli isabelayı tanıyormusunuz diye sormuşsunuz yani anahtar falan sunmamış doğrudan tanımamakla itham etmişsiniz eşimde isabelayı ve kiril kelimesinin nereden geldiğini anlatmış buda bendce iyi olmuş çünkü inanın benim tarih bilgim zayıftır ve ben gibi olan arkadaşlar bu sayede bir şeyler öğrenmiş olduk bunda yanlış bir şey görmedim balık konusu hiç anlayamadım açıklamanızı rica ediyorum ve eşimin kapasitesine laf söylemeniz hakarettir yakıştıramadım
..evvelâ saygıyı elden bırakmamanızı tavsiye edeceğim; sonra da birilerinin size sepet sepet balık getirmesine alışmanızı değil, gölün yolunu ve balık tutmasını öğrenmenizi...
..sizin yazdıklarınızın içerisinde İsabel'in adının geçip geçmemesi önemli değildi. İsabel, şiirin anlaşılmasında 'anahtar'dı bir anlamda... Yani ben size kapıları ardına kadar açmaktan ziyâde kapının anahtarını verdim. Tabii, sizdeki kapasitenin ne olduğunu bilemeden bu yola başvurmuştum. Özür dilerim.
..bu arada o uzun ve detaylı yazıyı nereden kopyaladınız? Oldukça bilgilendirici idi. Teşekkür ediyorum.
yoruma cevabını bende okudum ve ne yalan söliyyim tarihle aram pek iyi olmadığı için isabeleyı bilmiyordum derin tarih bilginle bir kez daha aydınlanmış oldum sanırım şairede faydası olacaktır bu yorumun çünkü ben gibi tarih bilgisi az olanlar konuyu anlamakta zorlanmayacak teşekkür edrim aşkım kalemin dert grömesin
öncelikle selamlar isabelayi tanimiyorum onu bana tanitin ifadesini kulanmadim yorumumda DEMEKI DIKATLICE OKUMAMISINIZ siirin ne anlatmak isdediyini üzerine basarak anlatmaya calisdim DEMEKI ORAYI DA ANLAYAMAMISINIZ belkide ben sizzinle yorumlara cevap hakinda yakindan veya daha detayli aciklama yaparak anlatmaliydim(BASKA SEFERE DETAYLI YORUM YAZACAGIMDAN EMIN OLUNUZ) gelelim sizin bana tanitmaya calisdiginiz isabelaya ve kirliliyine Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia'da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu. Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.AVRUPADA İnsanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don´t throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It´s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir. Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi. Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu. İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift" denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu. 1600'lerde istanbul'a gelen ingiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti.Böylece kirliliyin nereden ve nasil geldiyini sanirim bildiyim kadariyla anlatmaya calisdim yani AVRUPADA SADECE KIRALICE ISABEL DEYILDI KIRLI OLAN ....Oysaki benim yorumumda isabel hakinda hic bir ifadem gecmemisdi ..yapilan her emeye saygim sonsuzdur diyer zamanlarda yorumlari daha DIKKATLI OKURDANIZ VE sadece ne anlatmak isdediyinizi benim anlayacagim dilde anlatirsaniz ya da anlatmaya calisirsaniz sevinirim ..ANLAYAMADIGIM siiriniz icin tekrar emeyinize saglik diyorum zira her emek güzeldir ben anlamasamda
..Hani şu, vaktiyle Avrupa'daki son islâm toprağı Granada'yı kuşatmaya karar verdiğinde, şehir düşene kadar yıkanmayacağını beyân eden ve hakikâten sözüne sadık kalarak, aylarca yıkanmayan ve lâkabı 'Kirli' olarak tarihe geçen kraliçeyi...
..Tanımıyor musunuz, hâkikaten 'Kirli İsabel'i?
..Hani şu, 'Katolik İsabel' diye de bilinen, Kastilya ve Aragon Kraliçesi...
...Yenidünya'yı kana doyuran Kirli İsabel'i tanımıyor musunuz? Yani 'adamları'nı da mı tanımıyorsunuz, kirli İsabel'in...
..Tâbi ki şiirden bir şey anlamazsınız, tanımıyorsanız. İsterseniz sizinle çok daha yakından ilgilenebilirim. Kirli İsabel kadar olmasa da...
"Kün Vakti Kuday verdi, yerle göğün arası, Tengri Kut Mete Han’dan oymağ öze toy olur! .. Çakımlar donatırken, Kara Budun karası, Kürşat’ta İlteriş’te kanım töze toy olur! .. Gök girsin kızıl çıksın; ölüm bize toy olur! "
'Aklım yetişmez karüstü kargaların sayısına Çakallar bir sözümüzle yörüngesinden saparlar. Bilsen ne ördekler düşer, bu gölcüğün kıyısına Ne sazanlar görürüm ki kör gözlerini kaparlar.' H.İ.Kurt -anlık-
tebrikler güzel şiir... yapısı..söyleyişiyle sağlam duruyor..
yalnız biraz karışık geldi bana da.. dil ağır..anlatım bulanık biraz sizin dilinizle herc ü merc
bir de 'Söz, Kün Vakti’nden beri âleme şems û kâmerdir.' Kün Vakti sözüne takıldım.. böyle bir özel isim hatırlamıyorum.. vakti kelimesini büyük harfle başlamış kesme işaretiyle ayrımışsınız..
Hassasiyetiniz karşısında duygulananmamak, dâhi herc û merc olmamak inanın ki nâmümkündür. Ne kadar güzel temaları gündeme getirmişsiniz, o eşsiz birikiminizle... O engin okyanusunuzdaki zârif inci tanelerinizin saçtığı parıltıları görebiliyorum. Farkındayım, gözlüğünüzün ardındaki o bayram sabahı keyfi ışıltılarınızın... Ayrıca sizin bu feryâd-ı zâr ahvâlinizi, takdir ediyorum; önemsiyorum, ciddiyetle tâkip edeceğimi beyân ediyorum. Beni ne kadar tesir altında bıraktığınızı tahmin dâhi edemezsiniz...
güne düştüğünüz için tebrikler ama dizeleriniz yapmacık geldi bana sakın yanlış anlamayın benim kişisel görüşüm .. yani anlam karışıklığı yaratılmak istenmiş ama bu bile karışmış.. bir anlam çıkartamadım belki de benim at gözlüklerimdendir.. nacizane..sustum.
Şiirin altında epey patırtı kopmuş. Bu arada merak edip cevaplar kısmını da okudum. Görünen o ki şiir anlaşılmamış ve bütün bu patırtılar da bu yüzden kapmuş. Aslında 'şiiri anlamak' gibi bir kaygı taşımadan okunmalıdır şiir. Anlarsın veya anlamazsın; hoşuna gider veya gitmez. Bunun muhasebesini yapmak okuyucunun değil yazıcının işidir; zira hiçbir şairin okuyucuya 'neden şiirimi anlamadın?' demek gibi bir lüksü yoktur. Okuyucu şiiri okur veya bitirmeden bir kenara atar; bu şair için çok hazin bir sondur.
Bu tespiti yaptıktan sonra eser hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Eserde verilmek istenen mesaj bir takım kelime oyunları arkasına saklanılmak istenmiş. Oysa şiir 'kelime oyunu' değildir. Şiirde art arda gelen telmihler var. Şair telmih yaparken karşısındaki okuyucuyu da düşünmek zorundadır; zira telmih anlaşılmazsa şiire yazık olur. Bu şiirde böyle bir tehlikenin varlığını sezdim. Dil hususunda titizlik gösterilmediği kanaatindeyim; çünkü çok eski ve çok yeni kelimeler yanyana kullanılmış. Eski kilemeler hayatiyetini kaybederken yeni kelimelerinse geleceği henüz mechuldür; bu, şairin kalıcı olması bakımından oldukça riskli bir durumdur. Şiir şekil bakımından da alışılmadık bir şekilde yazıldığını düşünüyorum. Altılı ve dörtlü bentlerden oluşan şiirde kafiye düzeni de altılık ve dörtlüklerde farklı yapılmış. Bunun ahenk bakımından bir takım mahsurları olacağı kanaatindeyim. Hecenin 15'li kalıbı şiirimizde hemen hemen hiç kullanılmamış bir kalıp. Mehmet Emin bir zamanlar Türkçe'de her kalıpta örnek vermek amacıyla yazmıştı bu kalıpla, bunun dışanda başkasında rastlamadım bu kalıba.
Bütün bunlardan sonra şiirin çok iyi olmadığını söylemek zor değil aslında; ama bu sadece şiirle alakalı bir hükümdür. Şairliğinize bir sözüm yok; olsa olsa bu tarzda yazmakla onu zay'ettiğinizi düşünüyorum.
Her şeye rağmen iyi olmuş bu şiirin güne düşmesi; böylece yapılan tartışmalardan, verilen bilgilerden oldukça istifade ettim. Sırf bu yüzden teşekkür ediyorum size...
Daha güzel şiirlerde buluşmak umudundayım...
Sevgi, saygı ve selam ile...