YEŞİLE, MAVİYE SOBE
ışık rengi olsa kalem boyalarımız içinde,
o renge boyardık tüm yıldızları ama yoktu ki. yeşiller senin olsun dedik, benimkiler maviye boyalı, gökyüzü dersen zaten, ikimize birden sevdalı ne fark eder ki. kitaplardan tanıdığımız o kuşları, ne kadar arasak o kadar bulamayacaktık ve kaçan ilk uçurtmanın ardından, iki gözümüz iki damla yaş, ağlayacaktık /ne güneş babamızdan bir ip ucu gelecekti kayıplarımıza ne de ay dededen bir teselli, gece boyu ağlamalarımıza/ rengini bizden almayan yıldızlar gibi düşecektik başımıza, ölümler olacaktı gökyüzünün hiç kimsenin olduğu, işte ancak o zaman, böyle anlaşılacaktı * haydi, el-ele göktaşı çukuruna koşalım, bir baca gibi tüterken dumanları el koyalım. yeşili ormanımız olsun, mavisi sonsuzluk bakışlı, gökyüzü kadar biz, yeryüzü sevdamızı bir daha anlatalım. yarınlarımızı almadan yanımıza, boyu bizden ulu bir fidan gölgesine sığınsak bırakıp fal hesaplarını öte yana, el-ele denize dalacağımız rüyalara yol alsak /ne kavrulmuş yapraklar arasından bir ışık düşer üstümüze ne de korsanlar bırakır, tüm denizler adına ganimetleri bize/ son trampet takımı vurmalımızdan geçer, uygun adım üflemelerimize uçar ve anlarız ki yeryüzü denilen masal, selam sevmeyen bir musalla taşında yatar * daima benim en sevdiğim elbiseyi giy, seni göreyim derin olsun yırtmacı çırılçıplak. daldan yeşil evcilikler topla, mavi oynayalım oyunları, gerçeğini içimizde saklıyormuş gibi yaşamı kucaklayarak. adımıza çocuklar doğuralım, şiir gibi oğlanlar ve kızlar, saçları yandan örgülü bir cüret olup büyüsünler, alabildiğine sevecen ve olabildiğince hoşgörülü /dünyanın yarınını biz, bugünü böyle yaşayarak değiştirelim hangi düşüncemize makas olacak yasalar, izleyelim, görelim/ ve canımın içi, olmayacak bir duaya amin demek değil bu, düşün inanacaksın işte ayak altında yeryüzü ve gökyüzü, bulunduğumuz yeri nasıl açıklayacaksın Cevat Çeştepe |
dudaklarına suyun değdiği andayım...