7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1281
Okunma
‘ Kaldırımlara direnip sürtünen acım
beni taş(k) ocaklarında öğüttü ne yazık!’
Söyleme Leylâ
Mecnûn’u olmadığımı zamanın
ve sus konuşma sus
az sonra ben Leyla değilim diyeceksin!
bırak
çocuklar Leylâ bilsin
aşka ambar olmuş kadınları
zaten yüzünde leylâmtrak bir hüzün
ve kavuşmanın terli hasreti
mekan kurmuş gözünde
dilini kes de bıçak ucunda
kan kırmızı aşka şerbet et
başucumda
ama söyleme çocuklara
onlar en masumu dünyanın
bilir misin umutları yok etmek
ayak izine sürülen lekedir
zift yanığı…
kar batağı…
leş yatağı…
pisliği çıkmayacak bir
ciltli mezalim kapağı…
akşamlar hep büyüdür zaten
sen hiç akşam çocuğu olmadın mı
ah o sesine ihtiyaç duyduğum zamanlar
bedenimize tapulu dar kaldırımlar
ovadır içime kiralık küçük odada
özlenen ve arada gözlenen ancak
gözüme kaçan kumların zerresi
dilimde şerbet, aklımda bal kaymak
şekerlemelerin dili
sesine muhtaç olduğum zamanlar
hayat çocuklukla başlar
ve ömürdür son çeyreğinde hazan
yaprakları bir bir sararmış
yaşlı bir çocuğun yüzüne bürünüp
can suyu çekilen kırık dal
düşer ansızın anıların güncesine
ölüme kiralanmış sandal
söyleme Leylâ
hayat dönüp duran rüzgâr gülü
geçtikçe yıllara törpü vuran burgaç
acılarımız ve acımamalarımız arasında
kapanıp saklanan kalın kitap
kendimize vurduğumuz mıh gibi…
sen çiçeklerin dilisin Leyli
yaşamda konuşmak değil mi zaten
insanlığın diliyle
ve bir çiçek gibi ancak
öyleyse sus
lavanta kokularının sesini dinle
bak bir zencefil üşüyor yalnız
bir akşam çiçeği ağlıyor
gelincik mevsimi değildir fakat
bölük bölük geliyor üstümüze
kızıl ordular gibi
çocuklar…
ne bir papatya ezildiğine ağlar
ne de gül bülbülün terkine üzülür
ama unutma ki topraktır leyli
her şeyin dirildiği katman
ve her çiçek içinde bir çocuğu
her çocuk da bir çiçeği saklar…
-söyleme Leylâ
Leylâ olarak kal!-
Nevzat KONŞER