Ruhumdaki cevheri güneşe sürdüm. Ağrım, eski zeytinlerde kök; susuz karanlık kirpiğimin ucunda bekliyor.
Dudaklarımdaki kent toprağa değince yürür mü bilmem. Avuçlarımda göğe tırmanan bir sarmaşık, balkonlara asılı sessizlik. Aynaya baktığımda dünya buğday gibi ve kısık bir ışıkla güzel.
Papağan dilli saatler, ay yürüyüşlü masallar… Kulelerden sevdanın gölgesi damla damla inerken yolun kokusunu yarım kalan yanımla yokluyorum. Kafeslerdeki seslerin kırık telli ipine bak düşe dalmış kuş oyuncakları boşluğu soluyor.
İçimdeki sıkıntı, tarçınlı bir kalabalık; geceyi taç yapraklarına taşıyor. Şafak yaklaşırken dizlerimdeki sızıyı okşayan kırmızı, sessiz bir intihar gibi. Yağmuru cama sürüyorum; içimdeki çocuk bulut çizerken kaldırımlar kabuğuna çekilir ıpıslak.
Gözlerime dayanan uçurum kenarı gemiler… Dönmeyecek kanatlarım ol; denizle vur beni. Bir martı kırılacak yoksa, kimse duymayacak kanayan adasının fısıltısını.
Bilmiyorum Bir yüzük suda ağladığında ölüm bizi yeniden toplar mı? Belki uçmanın köpüğünde bir inanç saklıdır.
İçimde uyanan beyazlar küpe, kulağıma siyahı üşüten duvarlara. Aşk, sessizliğin içinden sızıyor. Kasım dudağıma eğilirken.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiir, ruhun en derin köşelerinden fışkıran bir içsel manzarayı sunuyor; bir panorama gibi, tek bir bakışla bütün bir iç evreni gözlemle memizi sağlıyor. Başlangıçta, “ruhumdaki cevheri güneşe sürdüm” dizesi, hem bir arınma hem de kendi özünün açığa çıkışını anlatıyor. Bu hareket, bireyin varoluşla yüzleşmesi, kendi içindeki ışığı ve karanlığı aynı anda fark etmesi olarak düşünülebilir. Ağrının “eski zeytinlerde kök”lenmesi ise geçmişin ağırlığını ve sürekliliğini hatırlatır; insanın acısı, bir zamanlar kök salmış ve derinleşmiş bir ağacın dalları gibi, yaşamın dokusunda görünür hâle gelmiştir.Çok özgün bir anlatım. Şiirin orta bölümlerinde, kent ve doğa imgeleri birbiriyle harmanlanarak, bireyin iç dünyasının dış dünyayla kurduğu çarpıcı bağlantılar öne çıkmış. “Dudaklarımdaki kent toprağa değince yürür mü bilmem” dizesi, insanın içindeki duyguların ve sözcüklerin dış dünyaya temas etme ihtiyacını ama aynı zamanda bu temasın belirsizliğini anlatıyor. Sarmaşıkların avuçlarda göğe tırmanması, balkonlara asılı sessizlik, aynaya yansıyan buğday gibi dünya, insanın hem umut hem de duyguyla yoğrulmuş algısını ortaya koyuyor. Aynaya yansıyan buğday gibi dünya harikulade bir imgelem...
Zamanın ve dilin yabancılaştığı imgelerde var şiirde , bu şiire sürreal bir boyut katıyor. “Papağan dilli saatler” ve “ay yürüyüşlü masallar”, yaşamın tekrar eden, belirsiz ve masalsı ritmini hissettiriyor. Kulelerden damla damla inen sevda gölgesi, yarım kalan yanın yoklanması, düşe dalmış kuş oyuncakları bunlar insanın parçalanmış benliği ile dünyayı bir arada kavrama çabasının sembolleri.
Şiirin son bölümlerinde sıkıntı ve acı, duyusal imgelerle somutlaşıyor. “Tarçınlı bir kalabalık”, hem sıcaklığı hem bunaltıyı, geceyi taç yapraklarına taşıyan sıkıntı, içsel bir yoğunluğu aktarıyor. Derin bir içlenme söz konusu bu dizelerde. Şafak yaklaşırken dizlerdeki sızının kırmızı ile okşanması, sessiz bir intihar gibi, hem estetik hem de duygusal olarak çarpıcı bir etki yaratmış. Yağmur ve çocuk imgeleri, iç dünyadaki saflığın masumiyetin hâlâ var olduğunu hatırlatıyor, fakat dış dünyaya karşı bir temkinlilik ve mesafe hissi bırakıyor. Şiirin en dikkat çekici bölümleri bunlar.
Final bölümünde ölüm ve yeniden doğuş imgeleri öne çıkmış “Bir yüzük suda ağladığında, ölüm bizi yeniden toplar mı?” dizesi, kaygıyı doğrudan ifade ederken, aynı zamanda bir döngüyü, hayatın sürekli yenilenmesini ima ediyor. Martılar, deniz, sonbahar — doğa ile benlik arasındaki diyalog, şiirin finalinde hem bir teslimiyet hem de sessiz bir kabullenişi çağrıştırmış. Aşkın sessizce sızması ve Kasım’ın dudaklara eğilmesi, yaşamın geçiciliğini ve aşkın kırılgan yapısını ifade ediyor.
Bu şiirle okuyucuyu bir yolculuğa çıkarırken akıllarda bir varoluş sorusu bırakmışsın. Bireysel acının ve evrensel yalnızlığın şiiriydi Şiir gibi şiirdi;) ve çok güzeldi...
Değerli üstadım; içsel bir yolculuğun içindeymişiz gibi hissettirdi bu şiir bize kendimizi. ruhun kendi karanlığı ve ışığıyla hesaplaşmanın şiirsel yankısı hakim dizelerde. Doğa imgeleriyle, insanın iç dünyası iç içe geçiyor. her şey bir içsel mevsim'e dönüşüyor. Aşk, ölüm, yalnızlık ve varoluş arasında salınan bir ruhun, sessizlikle konuşma çabası bu. Kısacası, şiir insanın kendi derinliğinde yankılanan bir sonbahar sancısının, var olma şiiri gibi.
Şiir, derin imgelerle dolu, içsel bir kırılmayı ve melankolik bir ruh hâlini anlatıyor. Doğa, sessizlik ve yalnızlık temaları iç içe geçerek duygusal bir şiirsel tablo oluşturuyor. Yüreğinize sağlık şairem. Sevgilerimle.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.