5
Yorum
17
Beğeni
5,0
Puan
445
Okunma

(Mutsuzlukları düzgünce katlayıp koymuşlardı masanın üzerine.
Etrafında dolaşıp durdular çağlar boyunca bütün kaybedenler.
Sadece “lekelerle dolu bir belleği” kabul etmeyenler itiraz etti buna.)
şurada yaşıyorum; zamanın tutsaklığı altında
sonsuzluk ihtiyacım yok
istemiyorum onun gösterişli kelebek kanatlarını
başkasına versin; acı hiç yaşlanmazken,
geçiciliğe katlanabilmenin eğitimini
ben almıştım daha önce, biliyorum
biliyorum onu, gözlerinin içine baktım kaç kez
yanmış ülkeler damlıyordu bakışlarından
çalınmış hayatlar sallanıyordu dilinden
ateş devam ederken yağmayan yağmur.
bulutların unutkanlığı demişlerdi buna
herkes alkışlamıştı unutkanlığı, su hariç
biliyorum neler yapıldığını suyun tarafında olanlara
hiç unutmadım sonsuzluğun kötülüğe sessiz kalışını
geceye yapıştırılan rüya görme yasağını
muhafızlar dolaşırdı zihinlerin kapısında
mısralara atılan mızrakların ucundaki kanı
ve hüzün: modası hiç eskimeyen elbise
bedenimizi asla terk etmeyen biriciğimizdi o bizim
birden değil yavaş yavaş
sessizler çağını getirip koydular önümüze
konuşmanın gökyüzüne gömülmek olduğunu
taşlardan yaptığım heykeller dökülüyordu üzerimden
ilk sen fark etmiştin dökülenin ömür olduğunu
“boşuna toplama onları, sonsuzluğu yenemezsin”
dediğimde sönmüştü yüzündeki uçurtmalar
o gün bugündür en iyi yapabildiğim şey;
öpülmeye gecikmiş dudaklar duysun diye
saatlerce duyguların kıyısında gezmek
ve hiç kimseye rastlayamamak, taşlara bile
şurada yaşıyorum; bir tınının peşine takılıp
toprak yoldan da gidilebilen
uçurtmaların tamir edildiği yerde, şurada işte
sonsuzluk ihtiyacım yok
istemiyorum ağlatılmak için hazırlanmış günbatımlarını
biliyorum, nasıl olsa o kıpkızıl yalnızlığa bakıp bakıp
ah ne güzel manzara!
diyerek hayranlıkla bakacak yine bütün ressamlar
(“bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir”
diyen o felsefeciyi de kınıyorum)
5.0
100% (4)