12
Yorum
44
Beğeni
5,0
Puan
590
Okunma
ellerim,
çizdiği mesafelerle vardığım dar bir akşam.
ellerim ki,
boşluğun sahrasını küçük kımıldanışlarla
bir güne ölen...
dudaklarımda
iğneli ve iğdeli zaman,
ayaklarımda teri gövdelerin.
Buğulandırıp gölgemi uyur susuzluğun çanaklarında...
Çığırtkan umutların ağır sözcükleri yudumlarken dünyayı,
şakaklarıma duraksar
üzüm tanesi.
sellerden geliyorum,
vadilerden ve kemiğime işli yaşların
kürek sesinden...
Deli rüzgarın kapılara dayanması,
yalnızlığın uslanmaz kanatları
küle vuran...
Aşk ki,
yağmurda kokan uzun saçlı.
Cebimde parmakuçlar,
tenimde kuş nakışları değişirken,
aklım dağınık, aklım çıldırıyor.
Bilmediğim iklimlere güneş mi doğuyor
Ama şimdi,
andıkça bir masalı çoğalamıyor
yüzü yok
sesi yok
penceresiz selam,
sabrın toprağı...
Velhasıl,
koşabildiğin kadar mavidir
kızıldır, siyahtır
koşabildiğin kadar... Ama
mutlaka bir konuğu olur
gözkapaklarımızın.
Gövdem takviminden düştüğünde,
tutunabileceğim kadar
ayaz’ım...
Aşk mı, notlara karışmış tanı
gün kanamaları...
Keşke,
Hilal’in gölgesine vuran kayalara
mavi kalemle yazabilseydim iki satır.
Yazabilseydim...
Susan bir medeniyet uyanacaktı
nadide çiçekler
kandiller...
Adı yoksa bir düş’ün, yaşanır mı?
Güller mi kalır, leylaklar mı?
....
5.0
100% (24)