martılara köpüklere takalara eş uçsuz masmaviliğe ve balıkçı avuçlarındaki o sahiliğe seyran al şarap lekesinin altta kalanı ıslatılmış kağıt mendille hani ne kadar silersen sil yine çıkmayan o ucuz o tahta o kanepeler var ya
deniz kıyılarında...
yaşsız pırıl gözlerinin en kuytusuna batarken akşam güneşi kirpiklerini bile kırpmayan kısa kırpılmış kara saçlı başını kız umduğunu bulduğu bir omuza dayar ya mevsim üşür de üşümez hani onlar hani hiç konuşmazlar sımsıkı farkına varmazlar hani ağır aksak önlerinden az evvel bir şair geçtiğinin dönüp dönüp baktığına gülmezler bilmezler dönüp dönüp öldüğünü onun yine yine yeniden
ve vapur düdüğünü çalar kıyılar kayalar şairin sıktığı her iki aya duyar da onlar duymaz ya hani hani duymaz -sımsıkı susar kulakları mutluluklarından- en bahar’lı aşklar bunlardır işte işte en pahalı aşklar bunlar...
bir kez kazanmaya gör yüreğinin teriyle satamazsın avcuna servet saysalar
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
ekim sonatı şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ekim sonatı şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
bu güzel şiirinizi dikkatimden kaçırdığım için çok özür diler, okumaktan büyük bir keyif aldığım şiirinizi yürekten kutlarım efendim..teşekkürler...sevgi ve saygımla...
alın teri kelimesinde aklıma ilk olarak doğum yapan bir anne geldi. annenin evladını yola bıraktığı da mutlaka olmuştur ama istisna diye bakarsak onlara evladını terketmeyen annelere oranla diyorum ki ben şair alın teri akıtttığın ve kazandığın her şeyi ölmekten daha zordur bırakmak. saygılar.(belki sizin içinizden geçen farklı bir konuydu ama ben böyle hissettim.)
dönüp bakarken son bir gayretle doğaya söylenmiş bir şarkının sözleri gibi ağlamaklı ve çaresiz...şarabın fena olan kırmızı tadı düşer kıyılarına gözlerin ve dudakların...
sonra düşünür bir uzak bir kısa mektup iine....şehir zangır zangır titrer....ellerinde...
Bilirim, hiç çıkmaz lekesi sahil boylarında içilen bir şişe şarap şişesinin. Ne kağıt mendiller avutur gidenlerin izlerini, nede hani kimse görmesin diye sakladığımız ve kumlarla sarmaladığımız gazete kağıtları. Gözlerimizi çakır keyif yapan o eskimiş üzerinde kalp resimleri kazınan ve içersine sevilen kişilerin baş harfleri çizilen kanepeler midir yoksa gözlerimize çöken Ekim sonatlarımı, bilinmez ! deniz kıyılarında
Uyku yoktur, daha kirpiklerini bile kırpmamıştır güneş, uzaklarda bir kuytu zamanda hala saklanıyordur şair. Umarsız ve nereye baktığını bilmez, kara saçlı kız. Bir omuz düşünür, başını dayadığı ve hüngür hüngür ağlayabildiği, konuşamaz. Gülmez, ölmez. Ve yine ve yeniden aşkın kuyularına.
Şafak söker, vapur sesleri çığlığında. Herkes duyar, kuşlar, ağaçlar, otlar ve martılar fakat o duymaz. Kimsenin satın alamayacağı kadar pahalı ve herkesin sahip olamayacağı kadar özel bir aşktır şairin kaleminde ve yüreğinde büyüttüğü. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Ebruli düşmüş yol kenarlarında.
yanı başındaki kaynaktan su içerek, fazla uzağa gitmeden geleneğin temsilcilerini izleyerek; kendi şiir moleküllerini yaratmaya çalışmak, kendi sesini gürleştirmek ve kendi oylumunda birikmek çokta kolay olmasa gerek. Cemal Süreya'nın dediği gibi ''Şiir sürekli bir ihtilaldir.'' şiire özgünlük ve öznellik getirebilen şairler,ölüm nedir bilmeyecekler. saygılarımla
perdono tarafından 10/25/2008 7:33:25 PM zamanında düzenlenmiştir.