Kurşuni Kubbe
Ölüm, ölmekten ziyade ölümü unutmaktı
Sizin ölüme dönersek, ne bilinmez bir diyardır bizim için ne de korkulacak bir bitiş Bu esintilerin bilindik dağları okşamamış olması her ne kadar sıradan yapsa da konuşmalı Söylemeli aynı sesin, ayrı duyulduğunu Kambur kelimelerle varılmasa da kavgasız barışa Senin sonunun bana sonsuzluk olduğunu Çünkü ben değilim ilahi lanet torunlarına sıçrayacak olan Benim elim tetik çekmez, mermi değildir sapan taşlarım Tek varlığım bir mabet, kubbesi hâlâ kurşunidir benim nezdimde Çok kardeşim olsa da, mısır sultanı gibiyim Sadece, ahvalime yaş dökecek bir babam yok Asilik etsem de bağrına basacak çınar babam yoktur artık Heybesi boşalmadan dolar haksızın Ben, yetim ve kimsesizim bu hengamede Belim bükük, çok uzaktır şen günlerim Öyle uzaktır ki, en son ne zaman içten gülmüştür çocuklarım hatırlamam Kaygısız ne zaman ekmek yemiştir ahalim Bilmiyorum, ne zamandı huşu dolu bir namaz Kelepçeli ellerim, prangalı bileklerim, kupkuru ağzım ve karanlık günlerim Suskundur dilim Haykırdığım artık komşumun olan arka bahçemden öteye varmaz Akbabalar didikler cılız bedenimi Fidanlarım sahile vurur bir, bir Palet ezintisinden uyanır sütten kesilmemişim Radyo meşgalesini, tayyare uğultusu telafi eder Bir kitaba göre, yaşamaya hakkım yoktur Benim değildir doğduğum toprak Şaşı gözün gördüğüne iman etmeliyimdir Tozlu bulutlarım vardır dört mevsim Kan ile sulanır iğdelerim Vergi vermek yoktur bu diyarda Dipçiklenmek olsa da nefes almanın bedeli Ne çıkar? Minnet etmem, ağız eğmem eğriye Firavun neydi ki sen ne olasın Sanadır haykırışım Ey zail olmayacakmış gibi yaşayan zalim Beklediğim bir şeyler var Gözyaşımın altına elbet kanat serilir Elbet bir imam gelir bu mabedime Elbet konuşur kayalar İşte o zaman Önünde tek bir ağacın kaldığında Karşına dikilir yalın ayak bir çocuk |