Sus VaktiKuru bir özürle geçmez benim acım Elden gelen gülleye değil, sizden gelen güleydi hıncım … Siz kıyamadıklarım, üstüne titrediklerim Kaşı kararmasın diye ömrümü kararttıklarım En çok siz üzdünüz beni Kanlı sunaklarda En çok siz deştiniz yüreğimi Ben gece üstünüzü örttüm Siz Brutus’ten kalma hançerlerinizle Dikiş tutmaz yaralar açtınız ömrüme Ben size yüreğimi açtım Siz yıkılmaz sandığım her şeyi bir fiskeyle siz yıkıp Beni hüznün yedi kat dibine gömdünüz Hiçbir silah namlusuna sürmezdi beni Siz Prometheus’un ciğerini didikleyen kuzgunlar gibi üşüşüp üstüme Acının darağacına sürdünüz Yoksa, her kapımı çaldığınızda İfrit görmüş gibi böyle korkar mıydım sizlerden Canımdan can vermek isterken Selamı sabahı kesip Bir vebalıdan kaçar gibi kaçar mıydım Bütün vahaları neden kurudu bu çölün Neden kırk kilitle kilitledim kalbimi Neden içten sürgüledim bütün kapılarımı Neden tel çit döşedim aşkın patikalarına Onu bile anlamadınız ya… Bana da susmak düşüyor artık Avazını içine hapsetmiş bir gök gürültüsü gibi susmak Yetim bir inzivanın cam kenarında Camların buğusuna derin bir “ahh” yazıp Kitabın başında ölmüş bir roman kahramanı gibi susmak Vakit sus vakti… Yalnızlığın tozlu kollarında İçten içe, yas vakti… |