S’islikanatmadan nasıl açılır bir yaranın sargı bezi en onulmaz yerimizden yaralanmış ve kristal kadehler gibi çıt diye kırılmışken incitmeden nasıl kaynar öfkenin kemikleri şimdi aşk… içinde in cin top oynayan perili bir köşk ürkünç, netameli bir ürperti tel çit çekilmiş bahçesini diz boyu vahşi ot sarmış kalın tahtalar çivilenmiş pencerelerine bir zaman sıcacık bir gülümseyişle açılan o ahşap işlemeli kapıda üzgün el sallayışlar kalmış boyası kabuklaşmış duvarlarda lime lime hüzün örümcek ağı kaplamış koridorlarda puslu anılar kol geziyor bir yüz görümlüğü görebilmek için kahırla çarpıp çıktığım o kapıları yine tıklatsam bir yaranın kabuğuna dokunur gibi dokunsam anıların sepya tenine acır mı o naftalin kokulu duygular o s’isli zamanın eşiğine usulca bir adım atıp ellerimin en mahcup yanı ile okşasam lepiska saçlı anıları ürker mi o ertelenmiş hisler ağlar mı tırabzanlarda unuttuğum parmak izleri ya da… geldiğim gibi sessizce geri gitsem gıcırdar mı verandanın merdivenleri |
Ancak yaranın geçmiş olması gerek, sargı bezinin yarayı kanatmadan açılması için
Küçükken düşmeler hiçbir şey değilmiş meğer
Her insan kendi yarasında kanıyor.
Bu şiiri bugün bir kez okudum şimdi yoruma geldim yine okudum. Bir daha okursam yağmur yağabilir. Zaten fırsat kolluyor bulutlar.
Çok hüzünlü yazıyorsun Highrock
Senin şiirlerinde cümleler daha keskindi diye hatırlıyorum ama artık öyle değiller. Sanki çok daha duygusal.
Bu şiirdeki final özellikle...
Hepimiz değişiyoruz belki şiirler de bize ayak uyduruyor, kim bilir.
Gün geliyor birçok şey sisler içinde kalıyor.