ZAMANIN KIRIK YANSIMALARIDüşlerimin ekvator çizgisi, gümüş kuşaklı bir kurşun döker ayaklarıma. Hiçliğin gölgesinde yerel saatler, zamanı çentik çentik yontar. Yokuş aşağı süzülen meşe yaprağında saklıdır bakire zaman. Paslı pencerelerde rüzgâr, her akşam postacı kılığına bürünür, Ama mektup gelmez, ne eski bir dosttan ne de kayıp bir saatten. Kışın karanlığında donmuş bir mavzer gibi titrer içimdeki yollar, Adımlarımdan düşen her iz, kayıp bir uygarlığın fosiline karışır. Çatlak bir aynanın ardına gizlenir şehirler, Bana yalnızca kırık dökük suretleriyle seslenir. Her sokak, geçmişin izini süren bir deliye döner, Boşluğun uğultusu, kulaklarımda yankılanır. Ve bir düğüm atarım, Hangi rüyanın ucunu tutarım bilmeden, Örgüsünü çözmek imkânsızlaşan bir hikâye olur gece. Sokak lambaları, karanlığın çeperini özenle dikerken, Yıldızlar tek tek kayar, geride boş bir gökyüzü bırakır. Ama hala kimse gelmez, ne zamandan ne de unutulmuş saatlerden. Bir adım ileri, bin düş geriye… Tuzlu bir deniz kabuğu içindeki yankıyı dinlerim, Sanki tüm denizler o an bana ağlar, Ve sahile vuran her dalga, unuttuğum bir ismi çağırır. Belki de beklemek, hiçliğin meyvesidir. Bir rüyanın düşe dolanmış ince sarmalıdır. Zamanı kovalarım , Bir gölge gibi kayar parmaklarımın arasından, Bütün kapılar aynı yere açılır; Sonsuz bir boşluğa, Ki orada yalnızca sessizlik hüküm sürer. Bir fener misali ışık ararım, Ama her ışık bir gölge doğurur ardında, Ve gölgeler, adımlarımı birbirine düğümleyen bir zincir olur. Bir çınar ağacının gölgesinde soluklanır gece, Dallarında kırılmış saatlerin tortusu birikir, Zamanı geri saracak bir çarkın dişlisi kaybolmuştur çoktan. Ve ben hâlâ beklerim, Ne bir rüzgâr, ne bir mektup, ne de bir iz gelir, Sadece boş sokaklar, adımlarımın yankısında kaybolur, Bir son bulur belki de her şey zamanı geldiğinde. Ama ne bir elveda, ne de bir başlangıç vardır bu hikâyede. |