ZAMANIN MEZARIKuzgunlar unutmuş yollarını, kanatlarında kara bir rüya taşır: bir rüya ki, parçalanmış bir aynadan dökülen yedi yüz sessizlik, her biri bir başka karanlığa kilitlenmiş. Bir köprü düşün şimdi: ne iki yakayı kavrar, ne de bir yere varır. Altında akan su, zamanın kendini boğduğu bir mezardır artık, ve mezar, her damlasında bir yüzyıl saklar. Bir sabah gelir elbet, ama sabah dediğin nedir ki? Duvarında asılı duran, çıkmış bir çivinin gölgesinde kalan sonsuzluğun boşluğa fısıldadığı tek kelime: unut. Bir gölge süzüldü az önce, adını kiremitlerin suskunluğuna işledi. Ama gölge, bir nefes gibi çekildi geri. Kim bilir onun adını? Kim okur onu? Kim dokunur ona? Kim anlar? Biz yürürüz yine de, yollar su gibi kaçar ayaklarımızın altından. Işık her taşın ardına siner, gökyüzü ise yıkılmış bir kubbe gibi çöker üzerimize. Ama hâlâ sorarım sana: kim çakmıştı o ilk çiviyi? Ve neden çıkardık onu? |