GÖRMEKLE BAKMAK ARASINDAKör bir yılan gibi kıvrılır yollar, uçurumun kenarına saklanmış adımlar. Sen misin düşenin ardından bakan, yoksa unutulmuş bir sessizlik mi? Beyaz bir taş yuvarlanır sessizce, kayanın teninden yankılanan bir çığlık gibi. Kelimeler, paslı bir bıçağın sırtında yürüyen mahkûmlar gibi: Her adımda tenine işleyen bir çığlık taşır. Her çığlık , bir yara açar dilin ucunda. Hiçbir nokta, bitiremez hikayeyi. Virgüller, sustuğun yerde soluklanır; her durak, bir boşluğun yankısıdır. Ama yine de durulmaz çoğu kez; Çünkü susmak, Dilin en acı yarasıdır. Avuçlarında yeryüzü haritası gizlidir: Dağlar, düşlerin taşlaşmış kabukları, Nehirler, geçmişin kuruyan çizgileri ve şehirler, bir zamanlar çınlayan seslerin susmuş yankılarıdır. Gözlerin, bir dağ köyünden uçup giden rüzgârları taşır. Ama rüzgâr, bir yalnızlığın başka bir yalnızlığa kaçışıdır. Her bakışta çoğalır yalnızlık: Kendi göğsüne çizdiğin bir kapı kilitlenir yeniden. Ölüm: Kimsenin oturmak istemediği, Ama herkesin muhakkak oturacağı bir masa. Üstünde yarım kalmış bir mektup, ve zamanı tüketen bir mum alevidir. Orada, sana dair bir cümle bekler yazılmak için: Ama hiçbir zaman başlamaya cesaret edilmemiştir. Öyleyse söyle, hangi güneş savurur karanlığı? hangi mevsim getirir toprağa dirilişi? Ve biz, neden hâlâ gölgemizin ardına düşeriz? Oysa gölgeler, yalnızca varlığımızın yeryüzündeki yankılarıdır. Belki de, bir çocuğun alfabenin ilk harfini çizdiği o taş, bir zaman, kendi içimize açılan bir kapının anahtarıdır. Ama biz görmeyiz. Çünkü bakmakla görmek arasında, ölüm kadar ince bir sis vardır. O sisin ardında, taşlara yazılan hikâyeler saklıdır. |
Hayranlıkla okudum
Tebrik ederim hocam
Saygılarımla