O hikâye ki; küldür�Yılı on bir ay şavkını hesaplıyor çocuk, babasının göç takvimini... hep aynı çıkarmış turnalardan...* sesimde tutuş ey Hızır Seyit Rıza divanına dem götür babam şimdi o büyük oruçta kadınlarımın yürekleri ceren yolu sevdalar arsızı sarp yamaç zulalaşan acı su misali sözün değirmenin ki kumla döner Sahra’yı öğütür sor ateşe sen de çamur o yalandan yapılmadın mı? şimdi derisini bu Zerdüşt güneşine soyan Yezidi gül kaç parmağın diyetini öder içimde silik bir iz boş sandalyen dört ayağını dört güz eyleyip gitsen de ay ışığı hala gölgeni aydınlatır kuytumda kesilen o çınarın çığlığını anımsa onun Piri ki duvar yürütür çul sandığın nefesinde göç turnam kana batan ayaklarınız menevişlenen zılgıtlarınız yasak bir öpücüğü kuşlayan mülteciler gibi terliyor kulağımda o kuşburnu ağacının dalına eserken sam yeli beni sonradan öğreneceğim düşlere mi doğurdun söyle / toplandık dünyanın gözüne, bir candan gömüldüğümüz o boş mezarda, erkan tutarız/ şimdi o İnka’lı dostun eşkıya bellenen evindeyiz yücelip sonsuzlaşan sesini bu çarnaçar düşmüş serüvenin bir yerine katıyoruz o Astek’li kadın mı nasıl da bilmeden Dersim güneşini söylüyor kavi rüzgarında o eksilen mevsimdeyiz şimdi ev damlarında uç dar ağacı söğüt tenli babam kendi kaynattı suyunu celladının ellerini kendi yuğdu ölümünü üç dara emanet bırakmak için o tufan ki kızıl kumları savurdu başımıza taç olsun annemin eteği babamın deyişine ağıtına ses oldu bin yıl bin yılda kül olsun o dara emanet hak kapısına sürgün dost kapısına azat eline /beline/diline öğüt olsun ve o car nefesidir ki ol kıyamet aşkları dervişidir o hikaye; küldür bin yıldır yıkılır ve yeniden kurulur gökyaşıyla... K.Y. *Mert Metin’in şiirime yazmış olduğum mısraya kondurduğu turna izidir... Sevgimle dem ola... |
kaç parmağın diyetini öder
türkü tadında bir şiirdi /tebrikler...