hançerkeşke sen de çıkıp gelebilseydin eğer seni kaybettiğim yerleri unutmadan önce benim gibi bu şehrin de kafası karışık gizliyor kendinden bile hatalarını nasıl bağışlıyorsa bağışlıyor bin yıllık günahlarını bir tek adından başka soracağım adresin yoktu ya bilemediler ya da söylemek istemediler bu şehrin en tenha sokağına verilmeden adın keşke sen de çıkıp gelebilseydin eğer son üç beş yaprağı koparılmış eski bir roman nasıl ki istediğin sonlara bağlanamıyorsa yorulmuş aşkların da bu işte hiç suçu yok postada yolunu şaşırmış mektupmuş geç kalışlar sonradan öğrenilen gerçekler de hayat kırıklıkları aşk… bu kaçıncı eylül dalına ağır gelen bir yaprakmış her güne küskünlüğü her güne yükmüş ah aşk… düşmezdi yerlere dillere düşmezdi böyle ayrılık keşke önce ben düşebilseydim eğer belki de bu yüzden asıyorum şiirlerimi şehrin en kalabalık meydanlarına adı çoktan değiştirilmiş sokaklarda “kırmızı pazartesi” mi beklemeden ah o fikrimin en acıyan yerlerine en küskün yerlerine vurmasalardı diyorum suskunluk dilinde paslı bir neşter fısıldanan sözler ki bazen çığlıklardan uzağa gider sırtını dönmeseydin isteye bile keşke sen de duyabilseydin eğer yine suskunsun kelimelerin tenha yine son sözün giyotin son bakışın hançer… *Git deseydin bir dilim sabun gibi Kayar giderdim hayatından Biterek küçülerek eriyerek giderdim Git deseydin hemen giderdim…. *vildan çetin’in “kök” romanından öykünmedir |