25
Yorum
75
Beğeni
5,0
Puan
2785
Okunma
Tenha bir dağ başında yuvalanan
Ilgıt bir rüzgâr gibiyim
Zamanın gri satıhlarında ıslıklanan
.../
Bir temmuz sabahının alaca şavkını baltalayan
Güneşe hüzün emziren bulutlardan
Haykırdım en önde giden kızıl kanatlı kuşların sesine
Saçağını yangın sarmış ufuklardan
Söğüt dalları gibi eğilmiş bakarken sulara
Gel zaman git zaman anaforunda
Haykırdım en önde giden araf’atımın yelesine
Sanki bir başlangıcın fısıldayan güzergâhını
Tozla dumanla kaplamakta
Hangi ağıtların hangi serenatların makâmına yazıldın
Ey içimde adını güden çobanların dokunaklı türküsü!
Bilmem ki hangi coğrafyanın atlasına dağıldın!
Dağlar dilsiz, denizler serilmiş bir yorgandı
İşte bu;
Akşam vakti sönen bir alevin öyküsü!
Öyle garip ve öyle muzdarip
Sanki sonsuzluğa bakan taze bir çocuk ölüsü
En uzun sırlarıyla tohumlarını
Sinemde bir çiçek gibi taşımakta
ve hâlâ yalan söylüyorsa rüyâlar
ve hâla kan süzen bir yaraya dönüşüyorsa hatıralar
Biraz ret karası, biraz çakıl arası
Yorgun ayak seslerinde kumsalların
Bir kum tanesi kadar dalgınım
Ne uçan bir kırlangıç var gökyüzünde
Ne de selamlık yollanan uçurtma
Donuk bir cam aralığından bakar gibidir yetimliğim
Uçurum kenarından salıverip kendini
Sûkuta adanmış bir kadeh gibi sunmakta
Selametten önce gelir sabır
Bir icabet beklemekteyim her duâda semâdan
Kaç yıldır bir umutla bakmakta
Mecâzımın kahırlı kıyısından geçen gemiler
Bir yığın hüsrana el sallamakta
Avuçlarımdan aksâdır sevdiğim
Gökte özgürlük sallayan güvercinler
Ne zaman kararsız kalırsan
ve ben hâlâ ..
Rıhtımda uyuyan aciz bir gölgeyim
...
-r)
5.0
100% (35)