Soğuk kahveyeşilin kabına ağıt yakan gece çok daha evveliyle koynumdaki kentlere deli ağlamasıyla oturur.. güzelliği gölgesinde yaprak yaslı duvarlara ve göçebeliğinde huysuz zaman son kavgayla ihtiyar.. gökyüzünde karanlık salkımlar kol gezer ışık kaldırımlarında güneşi sever ateş bir çocuğun bacaklarında büyümeyi ve çok daha sonraları düş uçmalarında yayvan sevdaları soluğuma açılan yola yoksulluk işlerken keman sesleri dağın çirkin eteklerine masallar toplaşır gidenin arkasından gelene ölür kül yaşarız savruk bir çiçek gibi.. aşkı sızan renk değişimi zerreler ya da ne bileyim kabuğunda çağlayan aydınlık maviyi parçalar soğuk kahvede avucumun içinde yağmurlu gün dalgalar simsiyah odaların nar renginde uyur kulaklarımda dünya acayip duygu.. toz hayaller çocukluğumun penceresiz uçurtmasında şarkısını dinler gençliğin ayaza dizilen ıslıklarda oynar çıplak bulutlar çok önceleri eskiyen yosun kokulu yaşam çınlar ağrılarda nerede olduğumu gümüş gölgelerde unuturum. gün görmüş gitmelerde sarılmalar öyle buğday yüzüm anıların deliliği boşluklara aşkı yayan öpücük kırmızı gülücüklerin sırrını veren parçalarına görkemli son karanlık sırtüstü şimdime ait dalgınlığın göz ucuna.. ... |
hangi yüzümüzle okusak
o yüzle öleceğimiz kesin bir yok oluşta.
geçmiş zaman sahillerine selam belki
ve belki
zamanın tam da orada durması dilekleri,
bilemedim...
eyvallah.