Gecenin duh'unda ateşsanki hiçbir şey yokmuş çoğalırken çöl suskunu günler... bakımsız kuşların gri sevişmelerine durdu yalnızlık hangi özğürlük böler ki uykularımı yüzümde mermer tozlu dağlar toroslarca yağan silikleşen vakitlerin köknar dalgınlığına bulut doldurup yükselsek mi yeryüzüne akşamın gece duh’unda ateş yürür rüzgarlarla sen yürürsün sonra ben kızıl saçlarımı alıp hayallerin köpüklü başına anıların tavrı gümüş kutularda utanır çocukluğumu durgunluğunda bildiğim t/at tutar nefesimi yolculuğun kanatlarına yeşil bir deprem destan yazar maviye sesim eski deniz karanlığıyla ikiye böler suyu çatık kaşlı sarı’nın izlerinde yokluğun soğuk ertesi sensiz savaşamam tut ellerimi toprağın eteklerinde çığlık iklimler emer sessizliği güneşin ağına mor ışıkta umudun mayası irkiliyorum ikindi ağızların ten günahıyla masum dokunmalara zamanın düş çarkında ıssızlığın yangın sürüsü/ susan çiçekler/ boğmasın küskün ağaçlar seni umudun dans ettiği öpmelere sabahı besliyor öfkem intiharına ver gölgelerin cehennem maskesini sensiz uyanamam ... |
Zaman, rüzgâr, su...
Bir tad var gizli...
Ne desem, nasıl desem dilsizlik...
Çok saygımla.