'last dance of Ravel'oturdu uzanan kızıl bacağı ısıtıyordu ıslak otları mor bir dans rüzgarını ararken sırtında eski sovyet türküleri sesine yatırıverdim gözlerimi yeniden anlamlandırabilir batı sineması yüzüne, margarita’nın aydınlığını sunabilirdi anlam çeşitlenebilirdi öncelikle ithaf ve itham dikkatle bana bakarlarken kahveme kül döktüm heyecanlanmayı özlediğim doğrudur sıradan bir yalnız için sinekli ekmek kadar tanıdık bir o kadar da klasik sayılabilirken küçük parçalara böldüğüm sabrımı avucuma toplayıp kahveden bir yudum aldım telve; külkahve, dans iki insanı hislendiren ne varsa kabul gothic için makbul asla boşa gitmeyecek siyahlar çekilmiş gözkapaklarının ardınca damarların kızılı parlak bir zeminde baloya davet edilirken saniyeleri saydım, kalbimdi metotlarından usandığım doçent sabahın dokuzunda rahatsız ederken ’o mu çağırdı’ diye fırlattım telefonu baştan aşağı kirleriyle büyüyen kent susuz bir güne uyanıyordu yeniden plastiğe sarılıyordu her bir göz yaşı saf tutmuş arzulu bulutların en zoru arzunun kökenini bilemeden ölmektir ya da ölümün arzusunu bile öğrenmeden yaşamak nasılsa kibir abideleri için bile mezar kazıp çiçekler büyütürler sevgilerini sunmak adına kötünün bile ölümüne nice ağıtlar yazılır fakat nasıl bir adak gerekir böylesi sahne için yeniden ıslak otları tutuşturan bedeni aynı sandalyeye davet eden tanrı yeniden bir makine icat etseydi ve arzu mahcup bir şekilde teşvik edilseydi yanabilirdi yanı başında kadının gölgesi oldu mutsuzluktan başka günlerin yaşandığı doğru batı ilgisiz, bitkin bir doğu ortasında incir misali patladı sütü eli yüzüne bulaştı tarihin şanlı götü el değmemiş avuç içi göğüsleriyle bir markanın doğuşunu müjdelediler ravel’in orta sehpada bıraktığı nota kağıdında dans, açık mekan reveransları dokuz ay sürdü yangını bir araba kazasında iyileşen sinirler yeni bir besteyi yarattı el, uzun bir parmağın dahilindeydi kızıl bir bacağa dokundu ayrıksı tarihlerde canı olanın canı çıkabilirdi arjantin, küba ve meksika dans dedi, gözlerimle gördüm kıvrımlarını saydım, üçtü iç yüzünde ürperten tüylerin en büyüğü baygın bir şekilde ağızla alınırken üzerine soğuk bir su içti tribus ardınca pek çok söylenti çıktığında şapka sıcak başını kavradı okşadı oklarını kanatsız bir melek gözlerinin evsahipliğinde kızıl gerdan yumurta akına doğru uzanırken uygar bir şey bu, denildi, medeni ayrıca şehrin ilk ışıklarıyla metodu seçmiştim avucumda ilk günahın sabrını yaşıyordum yumuşak, ıslak ve canlı tekrarı olmayan bir gösterinin sonunda ince kurşuni bir tele uzunca basan ele yalnız tenörün sesi ulaştı ilk gün kadar beyaz oluncaya dek muşambaya serildi kırmızı renklerin yürüdüğünü gördüm o gün ben yürüyen renkleri seyredip göğün sıkıcı mavisine ittim nefesimi bir kuşun talihsiz kanat çırpışına karıştı ah sandalye boşaldı bulut boşaldı otlar boşaldı alem boşaldı tutulduğu hortumla avucumdaki varsayımı düşürdüm gitti, gitti ve bir taşa çarpıp kırıldığında acıdı bile diyemedim kalbimden bahsedemedim ben kimseye bir şey diyemedim dans biterken terli görünmezliğin ekşi bir tadı yayıldı damağıma uçları bağlı sinirlerimi toplayıp siyah bir çantaya uzandım her şey deriydi, ince bir deri, kalın orta boy, uzun, yalnızca bir deri öpüp başıma koydum ellerimi vaktiydi deliliğin bloklar felci üflenen ruh kadar görünmez kalbi avuç içindeki göğsün çarpanıydı ses verdi iki göz dört çeşme dertstanbul tam orta yerinde yetmişlerin ruhu yangın merdiveninden fırlattı kitaplarını bir ses tüm apartmanı ele geçirirken başı okşanmamış taşlar buldum kendime diktiğimde çoktan meydan benimdi kızıl kıyamet gaz bombalarında adsız art düşüncesiz bir elbise kadar da sanat doldu avuçlarıma roma’nın son yağmurunda kitap bitti kül dağıldı otlar kurudu güneş ’vakit benimdir diyene’ kadar ısındım çiçekleri arasında nasılsa toprağa karışacaktı bu sıcaklık donma derecemi ölçen ele öykündüm uzun parmağıyla çizene kadar kızıl bir şey kaldı aklımda dans bitip dağılan kalabalık yürürken son kez öpüp koydum başıma ellerimi ve ravel ravex doğruluğuyla ayağını uzattı sehpaya düşen tek sayfayı çevirince rüzgar sakindim duygularımın katili ayna havaifişek seviciliğiyle göründü kırmızı su aktı ve duruldu. |
nehirin bir akıntısı var ve illa ki denize kavuşma derdi de yok...eninde sonunda kendi kendini boğup imha edecek...
neyse daha fazla dağıtmadan gidim ben...
sevgiyle...