"yokluba"adını koymadan, bir kuşun sesini dinler oldum ve günlerdir pencereme yakın bu ses, beni hiç olmadığı kadar kederli kılıyor kimselere söylemedim, yazmadan önce. bilmelerine hacet yoktu, herkesin anlayabileceği türden ama herkese anlatmak istemediğim gibi; bazen benim de garip huylarım oluyor aynı kuş olup olmadığını anladığım için, biraz da hâlâ merak duygum canlı kaldığından teşekkür ediyorum Tanrı’ya. eskiden daha imanlı günlerimin olduğunu düşünürken, mizahıma yazdığı meraktan olsa gerek, anlam peşine düşüvermiştim. uzun uzun notlar alıyor, saatlerce öğrenci kalıyordum geceye. bir sonraki gece için heveslenip, tutkuyla çiziyordum karnını kağıdın huy bu, kara çalıyordu gözleri ben heves ettikçe o güzelleşip sâdık bir yâr gibi tutup ellerimi öpüp ellerine koyuyordu bir hoş ediyordu her haliyle. bazen bir musiki açar, başının sıcaklığında dinlediğimiz olurdu Kâni Karaca’dan uzun bir nefes alıp, sıcak bir çaya uzanan dudaklar gibi sonra "göz süzüp yan bakışınla, yine aldatma beni" karcığar makamına busesini bırakıyordu sıcacık nefesiyle "âh" diyordum, "o güzel başın için sevdiğim" gözlerinden süzülen ışığa yalvarırken "ağlatma beni sevdiğim" kimselere söylemedim, yazmadan önce. utanmayı çok önceleri bir sahil kasabasında, kırık dökük bir iskele önünde, yorgun ve tatlı bir gecede bırakmıştım. bir şarkı mest etmişti, ne zaman radyoda duysam, içim hoş olur da, yâd ederim o geceyi. şimdi matem çiçekleri açmış mı; yoksa bahar mı gelmiş, kokusunu bile alamaz oldum, siyahlar bağladığım günün huyu kurusun. eskiden daha âşk ile baktığımı sanıp, yarından korkardım. mananın kâr edeceği tutmuş, örtüsü hafif açılmış, kahverengi verniği gözükür ucundan. sandım ki bu sandığın içinde yalnız bohçalar durur. anılarını saklamış kadın da, bir kağıt kalem alıp gelmiş. tutuşturmuş eline elini. korkmuş sonra yazgısından, ne yazdı ise buruşturup yirmi beş kuruşluk bir poşetin içerisine atmış. yalnız onları atsaydı keşke! eline geçirdiği ne varsa doldurup, dışarı çıkıvermiş alelacele. içine bakmadan çöp kutusunun, uzatıvermiş elini üzerine doğru. ne var ne yok, hepsi o poşetin içinde. anılar mı daha hüzünlüdür, kalan hediyeler mi? sandalyelerin ikisini bir edip, çıkıverdim tavana doğru. unutulmuş bir öykü bıraktı tozlu ampul siliverdim mavi bir bez ile nazlıca sallandı önce duy, tutuverdim avucum içinde parmağıma bulaştı ağı örümceğin âhı tutmuştu annesinin şimdi kimselere söylemedim, yazmadan önce. içime eğildim, dışımda kalan put ise, kırılsın istedim. meğer içimde imiş put, dışıma çıkamadım. şarkılar söyledim sonra dışarı çıkıp, yürüdüm saatlerce. yoruldum, evinin sokağına çıkamadım. zaten ben, eskisi gibi de değilim, olamam. hızlıca geçip gidiyorum karanlık sokağından. şiirler okuyorum kendime, kitaplar çeviriyorum parmak ucumla. bazen çok seviyorum- seni gibi, bazen nefret ediyorum- senden gibi. gibiler yüzünden ellerimi çekiyorum içime, spartaküs oluyor kollarım, iki ihtimal kalıyor geriye; ya Roma’dasın, ya da Roma dışında Fatih’i bile bıraktı hevesi kursağında yürümeye devam ederken, eskisi gibi de olamıyorum. ne uzun nefes, ne kısa mesafe yanıyor içim, hâlâ İskenderiye. bilmem güvenir mi bana ve hatta gücenir mi? belki de affeder- çünkü Tanrı olmak bunu gerektirir bunu arzulatır, başkasının arzusuyla arzulanmayı bırakıp, O’nu arayana beni umursadığına inandığım günlerin acısını, seni yara diye sakladığım kalbimde çekiyorum. eskiden daha mutlu günlerim de oldu, mutsuzluğum da. kum saatim artık uzanıyor bir kitap gölgesinde. İbrahim’in safında bir karınca misali umut, Nemrut yaktığı ateşi kalbimden çalıyor mikroskopla görülmesi bile muhtemel olmayan atomik acılar içinde, kahvehane ağzıyla çoğalıyor, çağırıyorum: sumaklı soğan kadar güzelsin, hiç yedirmediğin patlıcan turşusu kadar da buruş. kendini giriş katından atıp, intihar etmelisin. küçük ayaklarını, buçuğuyla uzatmalısın kırmalısın belini bahtının camdan duşakabinler yaptırıp banyona patlatıp bir duş anında, cımbızla tek tek parçalarımı çıkarmalısın atmalısın teninden küçük dudaklarını kesip makas ucuyla, kanını avucumda biriktirip bozmalısın orucunu hasretimin bir zebranın karnı gibi, kemiklerin belliyken kuru otlar üzerine uzanmalısın geviş getirmeden güzel gözlerimin çatı katındaki kılları güzel bakmayayım diye yolmalısın sonra doğrulup o zebra gibi gerçekleri anırmalısın gök mavi, su mavi, her şey blues iken... iyi de sen yoksun, kime anlatıyorum ben? |
İçimize ekip
itinayla şefkatle büyütüp
tapınıp durduğumuz yaraya dönüşen anılarmı
İç benlik katmanlarımız
Yine düşündürdü şiir
Tebrikler