bitap
makyajı akmış sandalların paslı duvarları gibi hüzne akıyorum
ve buharlaşmayı bekleyen buz parçası kadar kendimi dinliyorum... frekansı cızırtılı antika bir radyo gibiyim içimde spontane gelişen matemin köz kenarında oturuyorum kurşun geçirmez bir yalnızlığa bağdaş kurunca insan kozmik radyoaktif ışın dahi delip geçemez suskunluğunu bu sabah... rayları yontmaya hevesli trenler kalkıyor içimden her durakta yalnızlığım anons ediliyor önce kendimi indirip, sonra yeniden bindiriyorum yoksun, hiç kimse yok, kendimi taşıdığım bu seferlerde aynaya baktığımda... yumruklanmayı hak eden bir surat beliriyor yüzümde ruhuma enjekte edilmiş adrenalinden sızlıyor bedenim geçmiyor bir türlü, yanağından öpemediğimde bir öğretide tanrının eli kolu uzun diye duymuştum ama kör ve sağır olduğunu söylemedi hiç kimse çok dua ettim, çok dal kırdım bez bağlarken ümide kayan yıldızların arkasından koştum yakalarım diye çok sonra anladım ki, hiç vakti yokmuş meşguliyetinden üstelik beni görmesi ve duyması da mümkün değilmiş desibel rekoru kıracak bir çığlık yükseldi aniden o ara satürn ve jüpiter ekseninden düştüğümü fark ettim bir kaç diyaframlık nefes daha istiyorum lütfen... ölmeyeyim ulan, düzenbazlığa sövgülerim bitmeden kanatsız uçmayı mucize sananların aksine kalpsizlerin sevebilmesine şaşırıyorum ben kirpiklerimin ip atladığı duvar sessizliği yüzüm yaşam odası olmayan maden ocaklarına benziyor ağzım nevrotik bir harbin kaotik ortamı iç meydanım uzak dur, acımı taşıyamaz omuzların... |