SARI ÇİNGENEM
SARI ÇİNGENEM
nerdeyse iki ay oldu geleli, birbiri ardına geçen günleri sayıyorum alışılmışın dışında bir yerde anlamını soruyorum hayatın, ve mengene gibi sıkıştırıyorum zaman denilen şeyin aralıklarını, mavimsi bir ışık vururken pencerenin aralığından. yeni şehrin o eski ırmağı her türlü resmi barındırıyor üzerinde, o kadar berrak, ve o kadar durgun ki suları çocuklar bir kıyısına geçip saçlarını düzeltiyorlar, ve iri gövdeleriyle tekneler, saçlarını iki yana ayıran çocuklar gibi iz bırakıyorlar onun üzerinde, ah sarı çingenem… o günler, o eski günler çok daha güzel günlerdi öyle ki, bazı zamanlar büyük tasalarda bile, o büyük eski nehrin, kıvrım kıvrım yansıtırken yatağında kristallerini, ve bir ıslık çalarak coşkuda, nerdeyse bir kartal gibi kanatlanıp göğün yüzüne kanatlanacağını düşünürdük yine de ve daha bir ağırbaşlıydı sabah serinliği seninle… …… bazen konuşmayı yeni öğrenen çocuklar gibi soruyorum kendime şans mıydı bu alışılmışın dışına bir yere taşıyan beni, yoksa onun tuzağı mıydı bu telaşı makul kılan ah sarı çingenem! zamanın kraliçesini kıskandıran güzelliğine say bunları. renkten renge giren şu ateşin karanlığı aydınlatmasına, ve yeşeren acılarda büyüyen şaşkınlığa. şimdi bir köşeye çekilen ürkek kuşlar, alaca renkli yassı taşları yüzdüren çocukları seyrediyorlar, ve toplu bir şekilde ışık merasimine hazırlanıyorlar ateş böcekleri. ah sarı çingenem! o büyük ağacın en göz alıcı, en içten, ve en çocuksu zümrüt yeşili yaprağı bir sonbahar mevsimi toprağa düştü… 12.12.2014 |