Elya
Kamburu çıkmış kelimelerden şiir
Yüzümün mavi türküsüne ince bir fırçadır Gümüşün, zehrin ve eşiğin Yıkılırken bilhassa, suskunluğun acımış bilekleri Ömrüme sinmiş çürümüşlüğüdür dilin Kayıp bir hafızanın ağzında demirin sonsuz tarihi Kılıcın günahı ve mapusluğun hikayesi Bana ayrılmış hayatın sancılarıdır Elya. Kör olmanın söküğünü yokladım yüzünde Ellerime düşman kesildim, gözlerimi giydirdim darağacına Elya, ölüm dediğin bilmecenin sabahını soldum Alnımda günahsız bir yürek atıp durdu Sonra bir şeyler devirdim ruhumun ayık yanlarına Ağladım Elya, Kıvrıla kıvrıla kahpe bir yılanın uğultusuna Ölümü öptüm gözlerinden senin dudaklarınla. Güneşe değin eğilmiş bir ağacın gölgesini çizdim Konuşmayı unutmuş bir rüzgarın şaşkınlığıyla Penceremi sırdaşı bildim karanlığın, buğular sürdüm Işığı hiç kapatmadım Elya Bir vakit ötesinde çaresizliğin, uçurumları göresin diye Gücüm yok seni tutmaya, kollarımı yasakladım kavuşmaya Uzak dur benden, sadece ışığımı anla Şu öldüremediğim yokluğunun karanlığını Ne olursun, ne olursun artık hayra yorma! Yüzüm işçisidir sevdanın, Sevda kımıl kımıl hasretin anavatanı Ne zaman yaralarıma dokunsam bir mülteci korkusundayım Önüm arkam yanılmanın örsü Bir yer var gidemiyorum; acılarım en uygunsuz vaktidir direnmenin Bir çiçeğe özenmenin çölüne dönüyorum Ve sen küllerini aldatan bir kuşun sesini giyiyorsun Anla Elya! Bir daha doğuramam seni. Gülüşünün o kadife sessizliği Soyunup koynuna girerken düşüncelerimin Bir intikamı taşıyamayacak kadar hala seviyorum seni Beni unutmuş şu köşe başlarında, yağmurun ardından bakıyorum Yokluğunun yaşlandırdığı şehre Ah Elya Ben sevmenin şenliğini senden alıp büyüttüm şiirde Sende unuttum her bir bıçak yarasını namertliğin Herkesin bir gitme payı vardı senin yoktu Herkesin bir kalma hakkı vardı senin çoktu Gittin, hiç anlamadan gittin Beni almadan, Beni sarmadan gittin... Nedim KARDAŞ |
kutlarım dost kalem.