istanbul gibisin
zaman, terkedilmiş bir harâbe;
yıkılmaya yüz tutan bir arz-ı endâm. unutulmaya yüz tutmuş solgun bir umut, kaçtıkça kovalayan acımasız, sefîl mâzi... şimdi körkütük sarhoş, muamma bir yokuş hangi adrese kıvrılıp gidecektir, meçhul. gel de gör kör gözlerinle, şafak vakti; bir yolculuk nasıl da haykırıyor, bak!.. yollar üzerine söylenirken bütün türküler, aşkın birkaç adını sayıklıyor... var diye başlarken cümleler bir şafak vakti nasıl da yok’lara karışıyor... sefil aynalı bir dolaba sıkıştırılmış birkaç eşyadır o an en az benim kadar yorgun. zaman iyi niyetlerimi kurban ederken vakitli vakitsiz; ben gecenin kör karanlığına kalemimi saplıyorum, sen uyuyorsun... aşk; adını koymadığım bir hüzündür sende. zamana karşı koyan, bir o kadar yorgun. bir bakışın için hayatını fedâ ederken, geriye dönüp bakmayan bir yaşlı göz, benim!.. oysa ki ben aşk derken; yüzüme dönüp bakmayan bir yüz senin. düşlerim kaç hecedir adını yazarken, bir kez olsun okumayan, istanbul gibisin... terketmek lazım bu şehri; ki yüz vermiyorsa, bütün terkedilmişliklerin sonucuna katlanmak lâzım... madem ki aşk yok, o zaman yaşamak için belki de ölmek lazım / ya da madem ki aşk var, uğruna ölmek için belki de yaşamak lâzım... sersefîl bir durumun olması muhtemel en girift / veya yusufun kuyusundaki hâlet-i rûhiyenin en âyân beyân halidir bu... ben sana yusuf diyorum, (oysa ki) sen kuyu nedir bilmiyorsun!.. varsaydığım bir yolculuk(-tu) aşk; sönmüş şehir ışıkları arkasında bir silüet. kaldırımların tâk sesine kitlenirken rûh, can çekişir her zerresinde bin umut... böyle bir akşamdadır hep nedense çilekeş bir yolculuğun müzmin sevdalısı. nâr içinde yâr derken bîzâr, istanbul ağlıyor, sen hiç bilmiyorsun!.. umursamıyor belki de istanbul; gece yarısı sönen ışıklarının ardına gizlerken bütün insancıklarını, bütün köşebaşlarına silüetlerini salıyor... ve yine umursamazdır istanbul, ne yolculukları ne de yolculuklarımı... bir de o hiç adını koymadığım, aşklarımı... istanbul kaldırımlarını tâk’larken umutlar rûh nasıl da can çekişir bir haldedir; zannediyorum ki her akşam aynı akşam ve her aynı akşamın kör karanlığa karışan saatlerinde; ben ölüyorum, sen hiç doğmuyorsun... mustafa nazif 26ekim05 fotoğraf:mustafa nazif |