ne kıymetin var, etinin heybetinde büyürken mesafeler kısalacağına, bir de uzuyor, kafatasının içinde şuursuzluk kan nehrinden öteye beyaz üzümlerin kurak toprak distopya arası iki kaşının arası bin dokuz yüz seksen iki, ayrıca bakılacak bir yeri hiç olmamış insan layık olduğu yere çömeliyor her sabah
gitme derken, bitme derken, bir sabah gelirde, nasıl olduğunu bilmeden incindiğine dair masallar dinleyebilirsin başkalarından. sahte olabilir onların sundukları sabır, sabrım yok, gidebilirsin istersen ve buna filmler de, artı on sekiz ibaresi koymadan açık bir şekilde sesli olarak söyleyebiliyorlar. mimiklerini de görebiliyorsun. bana kalmayabilir ayvadan gözlerini aç
tren rayını geçtiği köprü altındaki taşlardan birine oturmuş, sigaramı yakmaya çalışıyordum insan götü toprağı sever karatren mazide kalmışsa, bir sebebi de bilim dünya harbinden sonra başladığın işi bitirip, her gün binlerce araba yapan bir fabrikayım örneğin beni besle, karbonunla dumanınla kedileri kovduğun sokak senin itin olsun ayaklarında, gerisi zaten bazı gerçeklerle beraber gelir kokmuş ayağıyla yatağa giren adamların kadınları cennete misafir olmalı biraz burada dur bu ayakları küçükken yüzüne süren kadının hatrına çay demini alacak
sonra aç, iri göğsünde iki irin sütsüz annelerin hakkıdır ağlamak çalan şarkı, altmışlık bir kaset kurşun kalem sana yakışır da, bilemezsin
(uygunsuz kadınların boşanma sebebidir başka yar ve rock ikilemi bu biraz da erkek fikri, boşalma sebebi olamadığı kadar da ilkel neresinden bakınca elinde kalıyor kült böreğinin dili damağı taşkın sanat/ sanattan da anlamaz falafoş üçgenin tadını hintli bilgini de çözemez, zaten batılının gözünde doğu massage, idrar testi ışığını da kapatınca dövizlerin uğruna -hepiniz aynı onun bunun çocuğusunuz)
modern hayatına spoiler she’s the mistake, ölenle ölünmüyor çadırı kurduğun yerde başlıyor tatil toprağı sevmeyen insanın bakışlarından korkup, paltoma sarılabilirim gece soğuk olsun, biraz dindirebiliriz bu ateşi belki sol cebimde faturalar, gidilmeyen evin sağ cebimde biraz salam, koparıp beraber yediğim kedinin tırnağını sapladığı yer hiç öpemeyeceğin bir kutsallık kokuyoruz iğrenç olabildiğim kadar olabilmeliyim, yalnızlık her türlü kabul edecek ranza altında kazan misafiri siyah sümükler tuvalet kağıdına sarılı kırık bir diş oturduğun yer de görebiliyorsan hala kuşları; beyhude serzeniş
saçlarını sardığın yağlı bir kağıt uygunsuz devriliyor iğnenin iktisadı boyutunda ricardo’nun pederinin arkadaşı da buna dair bir şey söylüyor zengin olup, godot’u bekleriz edaları, atımızın tımarını yapacak latin kadın elli yaşında emekli öğretmen/ pembe diziler gibi değil, live bize hiçbir şey öğretmeyen insanların yanımızda olmasına izin veren tabiat anaya sövüyoruz sen böyle rahat dur, mavi bir silgi, sarı bir kurşun kalem bu yaz beach, peach ve bitch aynı kalabilir
bana kalsaydı bu kadar uzatmazdım da filmin sonunu ibrenin ucunda vahşi delikler var üçgen cennetten kopmanın sarkan simgesi patlayan dikiş sonrası akan iltihapları emen zaman beni sarp bir uzaklığa gömecek vasiyete hazır tutuyor sen güzelinden bir kağıda dök istersen dudak izini tartabildiğin hava kadar da ağır olsun sevgin avucunda
duvara yumruk atarken yaşadığımı hissediyorum birbirlerine sarılmış sinirlerin uzun bir tatile ihtiyacı olabilir beyaz üzümlerin vatanına kan nehrinden gidiliyorsa; roma’nın magnus efektinde, tende şarap kokusu mahzenin en dibine kadar inildikçe bakterisini seven yıl dönüp dolaşığ ilkel bir canlı olduğunu kabul ettiğinde çoktan makineye lanet çağı başlayacak zaten her kahve köpüğü, köpük değildir sevgi dediğin de pek çok şey
ısırgan otuna pul biber basıyorum, sınırı çoktan kaçırmışlar gökyüzüne bakarsam, ellerim metalin sen ellerin sanatını soyayım ki; fiyakalı takım elbiseleri sevsin seni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
'last la nausée' şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
'last la nausée' şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
godot'muz ne ki katlanıyoruz bu bunaltıya? her türlü, işin sonunda ya rock çıkarsa korkusu var. böyle en sertinden, anlaşılması zor, bilinmeyen. kafada karışıklık yaratan...
Eczaneye gittim, reçetesiz vermedi istediğim hapı. Baş ağrısını geçirmek için ya iyice kafayı ya da limonlu su içip, kanı seyreltip duracaksın. Dünya döşeğinde mutlak haz (diğer duygular olduğu gibi ) yok. Acı da buna dahil.
Şimdi kedi mi kediler mi sorunsalı var etmeye gerek yok, sevgi varsa cat, cat'tir. Tabi onlarda ea sorunsalı yok ama Latincede nasıl dişi, erkek ayrımı yapılıyor, zavallı gün dillerine o adı yerleştirmek lazım. Hem uzun zamandır yoksunluğun ardından kedilere takmanız, mont üzerine ser üzerindeki antipatik bereye benziyor ki, sorarlar ev/ el işi mi, iş doğurganlığı mı?
Henry Ford fırsatçı bir adamdı ve (lokal bakarsak) iyi mühendisti. Hani Türkiye de autocad'i bile kullanmakta zorlananlar gibi de değil. Kafamın karışıklığı olmasa zaten At üzerinde kımız içer dururdum. Bir sal yapıp Endonezya da beyaz aşığı halkın içine karışırdım ki, kediler işte, peşimi bırakmıyorlar.
Çok konuşan, çok konuşkan, sağa sola çokça çatan şiirlerin var. Sinozidal eğrileri olan ana akım trafoları gibi...
İki parmağım da yorgun ve hasta. Haliyle kısa kısa konuşuyoruz bize çok şey anlatan şiirinle...
Selam olsun kardeşime...