Çapak Çapak Çapmayak
penceremizde yoksul güvercinler
benzersiz öpüşürlerdi zeytinimiz küflüydü tarhanaya son kez daldırırken paslanmış kaşığı sapına kadar uykularımda öylesine zor uyanıyorum o kadar... soğuk ayaklarımızda damar damar sümük burnumuzda küme küme herkesin davası en çok gölgelerle sırdaş erikler yağmurlarda onurlu dallarının arasında üşümek ne mümkün kahverengi pantulumun kıç yerinde yeşil iplikli dikiş izleri çoraplar farklı farklı tarzan başlamadan cepler erikle dolu... ve mahallenin vardiya yorgunu delikanlı ablaları fabrika çıkışı vurulmadan yeniden uyandırın beni... ben ölünce bile grev derim yaşarken ölümden devrimci... kulaksız alamancıdan kiraladığımız helası balkonda evimizin yamuk tahta kapısı gıcırdamaya görsün bütün dünya açık çay içer gibi yüzümde buğulu çapaklarıma kapı önünden alınmış bardağı tutuyorum rafadan yumurta günümde olsam daha neşeli olurdum olsun... bıyıkları kendinden büyük işçinin kızını gottik bakkalın oğluyla görmüşler külahta zeytinle yarım ekmek almaya gittiğimde duydum... bir de faşistler kahrolsunmuş olsun... bunu da en çok babam sürgüne gitmeden rakı kokulu arkadaşlarından duydum... olsun... ben yoksun sokaklarımda gözlerim çapaklı sizlere günaydınlar olsun... şimdilerdeki beyaz dolmuşlar götü göbeği geniş arabayken içine gıllik tabureler konulurdu ya hani ağbiler ablalara mahçup mağrur o tabureleri verirlerdi öyle zamanlardı işte... işte o dolmuşlara binemediğimde kahvehanelerde kenan evren resimleri olurdu önlüğümün kolası persimiş yakasında ekmeğimden bulaşık salça izleri koş koş okul koş koş ev koş koş ekmek koş koş süt koş koş ay ışığı derdi büyüklerimiz... ve trt’de küçüklere var yemez büyüklere dallas dost ve kardeş amerikamız uykuya esir ederdi düşlerimizi... koltukaltına sıkıştırdığı gazeteyi bırakmadan gözlüğünün camlarında kendi ölüsünü izlerken koyu düşünceli bir kana bulanmış saçlarında günü birlik odaların kederli şefkati ilk ve son titreyişinde söylemişti bunu... "uyandım... uyumayacağım..."... kağan işçen... |