Yüzümün Tuvalinde İlk Göç
kış akşamlarıyla kavga ederken rüzgar
hangi yaprak düşmüş sokağa diye düşünürken eski ve temiz bir güzelliğin yanından geçtim yalnızlığı bana benziyordu gölgesi kendi halinde bir acıda anısız... pencereler bu saatte kimsesiz bir çocuk gibi bakımsız hadi bir iyilik düşün zarasız serseri diye iç geçirirken bir yıldız beğendim kötü zamanlara üstümü başımı düzelltim mutsuzluğa umuda ve gelecek mutluluğa saygımdan... şimdi arkadaşlar uzakta karlı bir ülkede gibiler ya kibrit alevine muhtaç bir karanlıktaymışçasına sonrasız soluduğumuz her anı resmediyorum çamurdan gözyaşlarımla yüzümün tuvalinde ilk göç öyküleri yoğun tumturaklı ayrılıklarla şaşkın bir acelecilikte sevgi konmayı beklerken sabaha ezik pencereme üşenmiyorum hiçbir öyküye el uzatmaktan dünya ağrısı biter mi behey be usta bitmesin isterse limanlara meraklı bir çocuk mutlaka çıkar gelir çölüne yepyeni bir renge boyar yeniden düşlerini kozasına düşkün bir kelebek bir orman kurmayı özler küskünlüğüne haberci karıncalar öpünce toprağı biten başlar yeniden çapaklanmış ufuklar kırmızı bir sevgili bulur kederine dünya ağrısı çekilir mi behey be usta çekilir mi çekilir... uzak akşamlardan korkmadan çıkacağız yola çocukluk günlerimize yakışan hiçbir doğallığı incitmeden birbirimize birer yağmur sözü vereceğiz söz ben en sona kalmaya razıyım usta yağmur sularına ayaklarımız bata çıka gökkuşağının diğer tarafında kovalamacalar benden ama kıyamam da kasıtlı yakalanırım ha... bütün kapıların ardında en sevdiğimiz bakış bütün uyanmaların tavanı annemizin saçıyla örülü aslında şimdi yol yokuş demeden sıkış sıkış koşturduğumuz ucu belirsiz bu korulukta biz hep hiç kıyamadığımız için ebeyiz... o yüzden hep kendimizi sobeleriz... yalnızlık, ona kadar saymakla bundan bitmezmiş ayrılık, kovuklarına acemice yazılmış şiirler sokuşturduğumuz duvarın emeğine saygımızdan hiç ortaya çıkmayışımız... değil mi usta elma dersem çık armut dersem de çık... hadi bir he de... kağan işçen... |