tek kusurumuz vardı yoksullukyoksulduk yoksuldu sokaktaki bütün çocuklar zenginlik gözümüzde zümrüdüanka kuşuydu ona öyle kolay erişilemezdi bir tüyünü bile koparamazdık kuyruğundan tutupta eski zaman taşlarının üstüne otururdu annelerimiz kendileri masal iken masal satarlardı kendimizden geçerek dinlerdik padişahın oğlu sevgilimiz olurdu bilmezdik kimlere yar olacağız satıcılar gelirdi evlerin önlerine bohçacıı diye bağırırlardı bir şeyler alın güzeller derlerdi sonra elleri bellerinde, saçlar baş bağlama bazıları ağızlarında sakız çıtırdatırlardı sonra da patlatırlardı, pazarlığın ortasına erkekler iş dönüşü bir göz atarak kadınlara ne çok oturuyorsunuz diye bir tafra yapıp yukarı çıkarlardı evin tahta merdivenlerinden o zaman toparlanırdı kadınlar dürülür çantaya konurdu el işleri okşanırdı çanta, tozu silkelenirken ne güzel zamanlardı, on kuruşa halka yirmibeşe simit sinemaya girerdik bir liraya, bazen de bedava babamız belediyede memur ya takardı önümüze belediye odacısını götür bunları sinemeya koy derdi sanki bize kocaman bir dünya bağışlardı karanlık rutubetli havasına dalardık sinemanın deli Acem karşıdan bize deynek sallardı bağ bahçe çay kum bizimdi cıvıl cıvıl bir güvercin sürüsü gibi dağılırdık ağaçlara sulara bir yerimiz kanarsa kül basardık biraz ekmek biraz tuz yeterdi bize türküler çağırdığımız dallar altında biraz gök domates severdik hayatı kurduğumuz küçük ülkelerde öğrendik kendi kurallarımızı koyduk hepimiz padişah, kral olduk savaşmadık haksız yere ağaçlar devirmedik toprak vermedik özgürdük özgürdü ülkelerimiz tek kusurumuz vardı yoksulluk büyüyünce çaresine bakacaktık onun da! 8. 5. 2014 / Nazik Gülünay |