Soyut Arajman
Delikli taşın içindeydi harfler
Başları eğik Yüzleri solgundu Kamburdular Yüklerinden, yaşlılıktan Suskundular Vücutlarını sıtma sarmıştı Korkuyorlardı tastaki sudan Yorgun, yılgın düşmüşlerdi Ben o vakitler Akasya yiyordum suçluğunu bile bile Erik çalıyordum dalından Kimsesizdim aslında Yolumu yitirmişliğim de kabulümdür Uzatınca delikli taşa parmağımı, Harfler kondu üzerine bir bir Güçsüz karıncalar gibiydiler Islanmışlardı hem Güneşle kuruttum onları Ökse otu kekik merhemi sürdüm yaralarına Kinin ektim içlerine Temizledim çapaklarını gözlerinin İyileştiler günbegün Sonra kuzguni bulutlar gelip Tanıdılar harfleri Koyunlarından kelimeler çıkardı harfler Alev kuşandılar güpegündüz Yağdılar üzerime Hırsı tomurcuklandırdılar Kırıldım, belli etmedim Göstermedim canımın yangısını sakladım Kaybolup düzensiz karanlıkta Kendime yöneldim Seyreldim Kül rengiyile yeşerdim akşam sefalarının Anladım Hayat bazan Kötümserliği de becerebilmekti... |
Ve yağmur sonrası, bir de ıslanmışsanız; hani erik te iyi gider ama; ala sulu tam olmamış ekşi elma da denemeli..
Şöyle, ıssız bir orta anadolu kasabasında, denize uzak.. mayıs yağmurlarında birikmiş, "gölek" deden geçici yüzme havuzlarında yüzdükten sonra ve üşümüşlüğün sonrası...
Esenlikle...