EDASINDA "SEN" TINISI
Okşar yine burnumu taze bir iğde kokusu.
Ve yokluğunun rüzgarında ölür huzrun gülleri. Öğlen vakti selası düşer müezzinin diline. Feryat figan uğurladık o akşam huzuru; Koca şehrin kıskandığı şeb-i arusunda, Gömdük davullar eşliğinde hüzün kokan, Selvi ağaçlarının hükmü geçen mezarlığa. Yağmur yağıyor inceden inceden. Edasında bir "sen" tınısı. Toprağa düşünce usulca bu yağmur, Aklıma bir pençe gibi takılır rahiyan. Ve birden ellerim semaya şahlanır kızgın bir at gibi. Dua niyetine açılan ellerim, Yağmurdan toplar saçlarını. Koca koca açayım ki ellerimi, Her yanım "sen" koksun, Sol yanım saçların. Mart’ın da kafasını kopardım, Gelmeyeceğini bile bile her birgünü kapıya astım. Nisanı sundum bu dünyaya. Belki gelirsin. Belki bir ceket dikersin. Yokluğunda soğuyan tenimi ısıtır Aşkını nakış nakış işlediğin ceket. Ya da sarılırsın; Teninin sıcaklığı kırar teninim soğuğunu. İçimde soğuktan ölen yetim çocuklarının rahmeti olur gözlerin. Elim eline karışınca, Volkan patlar sol yanımda. İçim yanar; Kor olur şiirler Kor olur tenim. Gelmeyeceksin; Biliyorum. Ve artık sensizlik; Aziz bir meleğin habercisi. Peçesinin ardında saklı nefesi. Zakkumun zehrini tükürür yüreğime. Öldürmese de sensizlik, Çehreni söküyor gözlerimden yavaş yavaş; İşte acıtan da bu, Yakan tenimi bu acı. Çehreni unutmak ölümden beter, Unutursam adım kurusun çöl gibi. Giden bir vapurun ardında kalan milyonlarca köpükten biriyim artık. Gidiyorsun, Ardında kalıyor her daim tenim. Kovalıyorum lakin varamıyorum sana. Duruyorsun, Ve bitiyor köpükler. Ölüyorum. Sana varamadan; Ölüyorum. |