MARCUS'UN KELEBEĞİ...Özgürlük bakire gecelerde Bahar, kiraz ağaçlarındaki darağaçlarında sallandı Ki henüz ölümün gölgesi yeni düşmüşken kelimelere Gün piçliğinden kurtulmak için uyanıyordu Derin vadinin suskunluğunda… Soysuz asilzadelerin ellerinde kristal kadehlerde insan kanları İçtikçe dünya sarhoşluğu düştü kuru toprağa Merhamet bir yağmurun eteğine gizlendi Gizlenirken tüm mabetler ve kutsal satırlar Fırtınaların koynunda kaldı Tanrılara dair tapınak duaları… Taze kazınmış mezarlar şehre baktı Tüm kuzgunlar uçarken üşüyen sokağa doğru Kılıçlar eridi bir inzivaya çekilmiş rahibin sözlerinde Zırhlı bir savaşçı kirli kılıcıyla kesti bir kelebeğin tek kalan kanadını… Kan aktı suskun derin nehir Ertesi sabah intihar ederken güneşe yüzü dönük serçeler Son kalan bir kelebek Ölüm tanrıçasının saçını okşadı Biri gelip tekme salladı sehpaya avluda tüm kuşlar bir olup uçtu, Çığlıklar gerçeğin suskunluğunda kaldı Bir kral sallananları izlerken kuleden Kayalıklardan kendilerini Tanrılara sundu son kalan martılar… Tanrıya ihanet eden kral gülümsedi nankörlüğün Boynunda zengin oğulların kolyesiyle Ve Denizin kan oluşuna kuzgun gözlerle İhanet Tanrılara edilen yeminler kaldı Gök Tanrı Su Tanrı Toprak Tanrı Azizliğinde izledi yaratığı kullarını… Çarpmak… Merhamet… Çarmıha gerilmek Hak adına Ertelendi tüm günahlar mahşer ateşi aşkına… Haram kılınmış bir ekmek bölündü Adına helal denen bir adalette O vakit tüm tanrıları öldürdü kürsüdekiler Akşam kustu(küstü) caddeler soğuktu siyah sürgünlerde Tüm sokaklar suskundu Marcus yalın ayak yavaşça yürürken… “Bu yüzden Marcus durmadan yüzünü sabah aydınlığıyla yıkadı( bed /dua- kötü dua etmeden), sehpada düşleri, az kalmış kahvesindeki nefesiyle, Hak içti…Tanrı Her Şeyi Görür ve Duyar…Sen Tanrı’dan kendi yaptıkların için ne kadar kaçabilirsin ki…” dedi son ölen bir kelebek….. |