SUSKUN MEKTUPŞiirin hikayesini görmek için tıklayın zaman olmayınca öykü yazmaya...
SUSKUN MEKTUP “Kırık dökük kentlerin tek umut kırıntısı Son nefesindeki sokak şarkılarındaydı Bir de köşede duran o kemancıdaydı bu şehri yakan ateşler Önce tel tel gece yandı ardından tüm yürüdüğümüz o yollar….” Vuslat pusuları kurulmuş dört bir yana Hangi yana kıvrılsak çıkmaza çıkardık Alnımızda doğmadan önceki kara yazgımız Avuçlarımızda yağmur sonrası derin toprak kokusu Gölgeler arkamızda kara hırsız harami Bakır rengini çoktan yitirmiş gök Kurumuş karanfiller esrarını kaybetmiş gecede Paslı uykuların sabahı olmaz ser gidince bedenden… Avluda atılmış birkaç adım özgürlük İki kanat bir güvercin etmez ki küflü hücrede Fısıldayan fırtına sarılmış sallar yağlı ilmeği Sırtında buğday taşıyan karınca vurulmuş Yerde ufalanmış kahvaltım Bir ıslanmak kalmış toprağa, susmaksa buğday tanesine… İçerde ne güzel görünür gök kara da olsa Bir kitabın sayfasını açıp ikiye kanat yapmak Saymadan onca geçmişi demir sürgülere inat Gizli gizli mavi beslemek az sonra toprağı doyuracağını bilerek… Esaret zincirleri demir kadar soğuktur buralarda Bir saksıda begonyanın ilk çiçeği bahardır sana Dışarıda sancak alabanda bir hayat savaşı İçeride tanrıya mülteci çırpınışlar Araf’ın tam ortası belki burası paslı parmaklar aşiyanlarına… Geçenlerde bir çocuk uçurtması gördüm Tel örgülerin arkasında yeşil bir kır vardı oralarda Yüzümü uçurumlara çevirip rüzgar diledim iyice uçsun diye Yağmur düşmeseydi eğer karşıdaki çınarın yaprağına Ben de bir uçurtmanın kuyruğuna takılacaktım ansızın… Her şafakta sehpasına terennümlerle yürüyenler Hiç sakınmadan verdi sırrını Küflü duvarlarda derin tılsımlar ve suskundu kumrular Bir bir eksilen kovuştaki nefesler ,sıra bekleyenler… Dışarıda deli kurşun sesleri Köprü altına afiş asan ürkek boşaltılmış beyinler Kahramanını bekleyen koca bir dünya… Önce Lucas’ı astılar o çok sevdiği kuşların konduğu ağaca Tek suçu Tanrı’yı her gece düşlerinde görmesi Birde tutanaklara geçen “Kral Çıplak” deyişi…. Zabıtsız bana bıraktığı mektupta öğrendin gidenlerin gelmediğine… Sonum Lucas gibi olsun istemedim Bu yüzden ben üç mektup yazdım biri karıncalara Diğeri hücremdeki gönül gözü açık olana Sonuncusu paçalı bir güvercinin kanatlarında kaldı sarılı… Ben bildiğim tüm duaları karşısında okurken bir duvarın Üç el silah sesi duyuldu avluda Bir sabah beni “Salı”verdiler güvercini gömdüler Beyaz çarşafım, ranzam kaldı kaldığı yerde, ütüsüz… Lucas sustu bu sefer ben konuştum Bir bulutun uçurum kenarındaydık Sözüm bittiğinde beraber susarak izledik dünya da olanları Bir kelebek gelip konmasaydı eğer omzuma Sesim kısılıncaya kadar Lucas gibi bende bağıracaktım… |