Şeytanın kıblesi
her ölü kendi kıyametiyle gömülür
etinin yıkımından kemiği terler... uyku uyku düşleri pıhtılaşır Sonra aynalar anons edilir yokuşların bir yerindeki virane çukurlara; şair düşer, kefen biçilir... Denizin sırtından tek damla sis nakledilen o kayıpların isimleri verilir bir sessize; ah sükût hangi ömrün kaçışısın sen? Sesler mi dikiliyor etlere? Yüzler mi yamanıyor cisimlere? olan biten her şeyin her şeklin ve de her simanın sonundan sesleniyorum sana... Maraş’taki bir çığlıktan, Sivas’taki bir kordan, Çorum’daki ölme huyundan başka bir gün söyle ki sana "evet, unutabilirim" diyeyim sana... Yoksa Roboski’de çocukları mezarlara döşeyen lacivert yalanları anlattırma bana... Veya Filistin’den... Veya siyah tenli herhangi bir ülkeden... Görüyorsun ya, gözyaşı mirasımızdır bizim... Yolları ve uzakları kutsayın yüzlerinin üstüne çökertip gözleriyle abdest alın çocukların... Ama bana masumiyetten bahsetmeyin politikalarınızdan ve iğrenç komplolarınızdan hatta parayla aklamaya çalıştığınız inançsızlığınızdan; çünkü sizler ayakkabıların ve kutuların içlerinde dağlanan şeytan kıblelersiniz... Ardından sesleri örtüldü ölülerin ve de ölüsüzlerin... Arta kalan bu ömürde kelimelerinden sürülen her kabrin anlattığıdır sükût! Duymuyor musunuz? |
ayakkabıların ve kutuların içlerinde dağlanan
şeytan kıblelersiniz... tek kelimeyle muhteşemdi kaleme saygılarımla...