...yok hoşçakal/mak*(bilirdim severdin söylemezdin, gözlerim dudaklarına takılırdı beklerdim susardık sevişircesine...) ... İndirdim şehrin perdelerini mavilik gökyüzünde ait olduğu yerde kalsın. Bir de denizde. Kocaman bir kayaya bağlayıp düşlerimi el değmemiş okyanuslara attım. Parlak kırmızı rugan ayyakkabılarımı, gözleri yaşlı küçük bir kızın baş ucuna bırakırken, -büyüyünce mutlu bir Leyla ol- diye kulağına fısıldadım. Bir tek resmin vardı zamana sararmış, uçurtmanın yüreğine taktım. ve dedim ki - sevgili yıldızlara dokun- Eylül bulaşmadan kirli sakallarına, son kez öpüp okşadım. Yokluğunda sarıldığım yastığımla, dans ettiğim çalı süpürgemi dün gece yaktım. Hiç acımadan Sahi sen onları ne çok kıskanırdın. -ikindi kahveleri, kaynamış sütlü mısırlar, çınar altı çayları bir gemi güvertesinde yüzümü yalayan poyraz. Hoşçakalın Vedalaşmak ne zor ve vakit ne az. Yırtık değil artık pantolonlarım, kırk yamalı da değil. Giderayak uslandım. Ne burnumda hızmam ne bileğimde dövme, asi de değilim şimdilerde. Sulu sepken ağlayışlarımı da, kurak bulutlara sattım. Anlayacağın kendimi / kendimden attım. h a z ı r ı m şimdi, sadece ateşe üşüyorum. Ya dön gel gururunun ardına sakladığın küskün şehirden, mağrur bir edayla seni giyineyim Yahut bırak buzul bir çölde küle döneyim. de_soulmate |