25
Yorum
20
Beğeni
0,0
Puan
2278
Okunma
hayat yokuşunu tırmanırken
bir baykuş tünemiş ağacımın dalına görmedim
hangisi sağ, hangisi sol
karıştırırken ayakkabımı
üstüne al yorgan örtülmemeli dedi hocalar
oyun oynuyordum gölgemle
yakalıyordum duvardaki ışığımı
kahve pişiriyordu cinler
kendi kendilerine
evimizin küçük penceresinde
henüz uzun uzun uyuyordum
eteğimde ziller çaldı ilk uyanış
üstüme döküldü sokaklar
artık baykuşların gözlerine dik bakıyordum
hesap sorarak alnıma yazılan yazıdan
anlamıyordu hiç kimse
neden çıkmak ister bu ay yörüngesinden
neden tenimi yakan güneş
bu denli uzaktı benden
bir kedi patisi kadar yumuşacıktı ellerim
sevgi deren ellerde.
sevgi uzak ve soğuk bir gezegendi
düşlerde girilirdi ancak
sevgili odasına
leylak kokuları dolardı penceresinden içeri
belliydi önceden kadınların kaderi
baba isimli tanrılar yazardı
buz tutmuş elleriyle
sonra baba baba adamlar imza atardı
bu kanunlara
sonumuz yazılırdı
titrerdi küçük yüreğim acısından
tutulurdu ay
susturulurdum
dilim dönmezdi bazen
benden alınanları istemeye
türküler yakardım sulara ağaçlara
yatağını arardı su
ağaçlar güneşe uzanırdı
bir çoban arardım kavalıyla türkümü d/inletecek
coşkun akan gönlümde
sevda örgütleyecek
kalırdım sanki çıkmak istedikçe
altında duvarların
eli kırılsın isterdi bütün kadınlar
dayakçı kocaların
çocuk masumuyetini unutmuş
hazırladıkları mapusanelerde
eriyip giderken kadınlar
kendi çerçevelerinde
20. 6. 2013 / Nazik Gülünay