BİR GÜN DAHA VEDA EDİYORDU
İkindi gölgeleri uzarken Gül’üm,
Yorgun hülyalara. Tarla dönüşü gibi gözlerimde sen. Bir yayla çorbası, esmer bazlama ile, Beyaz yaşmağın,siyah perçeminle o sen, Kırmızı petek, kara kovan balı Buğusunda yorgunluk çayının,tavşan kanı, Başımı koyverdiğim, Kuş tüyü dediklerinden değil ya, Kuru ot yastığım gibi, Anamın beşiği gibi oy ! Oy ! dedim dağlara yamaç, Her türkü sonunda, Esmez yele, uçmaz kuşa sitem gönderir gibi, Her çözülüşünde diz bağlarımın, Avuçladığımda kuru toprağı, Akan ter billurlarında bir vuslat tecellisi, Arar da gözlerim, yine de kavrulur yoklukla, Kaybolup giden umutların ardından, Karışır gider gibi kuytu bir çıkmazda, Oy Gülüm ! vay Gülüm ! vay ki sen, Bula bula hasreti çağırışına, Üşür zirveler, üşür mecalin yetmeyen çıkmaya, Cesaretin olmayan akşamlar donar, duymazsın, Ve bir gün daha veda ediyordu kayalıklardan.... Kırmızı petek karakovan balı, Buğusunda yorgunluk çayının, tavşan kanı, Başımı koyverdiğim, Kuş tüyü dediklerinden değil ya, Kuru ot yastığım gibi, Anamın beşiği gibi oy ! Hani, hani Gülüm, yaslanıp da yıkık çakıla, “Bir gün” demiştin, ”Bir gün eğer, “Gece boncuk mavisini terk ettiğinde, “En tatlı yerinde bölündüğünde bebek uykularının, Bir damla şebnem düşmek isterken, Tazeliğini henüz güneşin kurutmadığı bir yapraktan, “Belki” demiştin, gözlerin yerdeki karıncada sabit, Sonu gelmeyen suskunlukların birinde daha, Durak bulmuştu nazarların ya hani ? Sorular sorar gibi başını iki yana sallaman, Umutsuzluk belirtisi öylesine bir tebessümün, Zoraki vücut bulması dudaklarda, Ve bir türküye dönüşmesiydi sanki içimdeki isyanın, Anasını arayan bir kuzu meleyişi eşliğinde, Yine ardına bakmadan uzaklaşmanı fark ettiğimde, Görür gibiydim ayak izlerinde, mahşerdeki randevuyu, Ve bir gün daha veda ediyordu kayalıklardan.... Gölgeler uzayıp giderken Gül’üm, Yorgun hülyalara. Tarla dönüşü gibi gözlerimde sen. Bir yayla çorbası, esmer bazlama ile, Beyaz yaşmağın, siyah perçeminle o sen, o sen... Karşı korunun hışırtıları gelir ürperirim, Üşütür beni bu vakit gecenin gözleri, Karanlıklara sorgum başlar geciken sabahı, Geciken sabahı, dut ağacı, Küskün yıldızları, yosunlu taşlar, Anlatmak ister gibi elleri koynunda, Bir gelin figanını Şubat soğuklarında, “oy yıllar, aman vermez yalnızlık hüzünleri.” “Oy dağlar, meşelerine ağıtlar sunduğum, Kuruyakaldığı göz pınarlarının, meltemsiz sahillerde, Duvardaki tabloda suskun güneşin batışı, Ve bir yelkenli, yakamozlar üstünde belli belirsiz, Takvim yaprakları düşmek istemez,neden ? Acıkmaz soluğum, susamaz ellerim, Aynalar matlaşmış, saklar güzellikleri, Saklar bir bilinmez gibi ay ışığını, Ufuklar boş, tanyeri cansız, ölüme uzanır gibi, Hasret kol gezer gibi çelik pençelerle Gülüm... İkindi gölgeleri uzarken Gül’üm, Yorgun hülyalara. Tarla dönüşü gibi gözlerimde sen. Bir yayla çorbası, esmer bazlama ile, Beyaz yaşmağın, siyah perçeminle o sen, Kırmızı petek, kara kovan balı Buğusunda yorgunluk çayının,tavşan kanı, Başımı koyverdiğim, Kuş tüyü dediklerinden değil ya, Kuru ot yastığım gibi, Anamın beşiği gibi oy ! Ve bir gün daha veda ediyordu Gülüm, sensiz saatlere... Muzaffer Eker |