sahanlıkta oynaşan gölge
renklerden yine bir öğlen vakti
saatlerden kalıplı bir aydınlık çıplak ayak sesleri sahanlıkta yumuşak, derinden… ve su mavisi pervaza yakışan küçücük kuşları tabiatın saksılar kadife çiçeklerini giyinmiş bir bir uyanmak ansızın havada kanatlı bir karıncanın ayak izleri ışıktan, özgürlükten ve esaretten söz etmek… bizi durmadan koruyan duvar… duvarı bölen kapı… kapının dostu pencereler… (- bir pencere duvarın olamayışıdır aslında - dışarının galip gelmesidir artık - ve ışığın tercih edilmesidir karanlığa) evet pencerelerden! kuşatılmış bir kale gibi ikindi akşam ezanıyla düşerken durduğu yerden kavaklar işte… saf saf duran kavaklar yaz sıcağını fısıldıyordu pencerelerden akağaç gölgesi, karaağaç gölgesi ve sahanlıktaki gölge… bütün gölgeler aynı oyunun içinde bir gölgenin ayak sesleriydi galiba uyandım öğlen uykusundan şu öğlen uykusu ne güzel şey dede! rüyası berrak, uyanması taptaze… uyanmak ne güzel şey öğlen uykusundan gün ortasına kurulmuş eski bir masaldan gölgeler farklı farklıymış, öyle derdi dedem ben bilmezmişim… buralar hep gölgeymiş eskiden gaz ve toz bulutuymuş... önce ışık olmuş, sonra medeniyet kurulmuş ve her gölge başka bir ışığın eksikliğiymiş sokak lambası, ay ve yıldızlar gökyüzünün koca portakalı güneş… yaz sıcağından bunalan bir çocuk (çocuk… yani bir gölgenin ayakta duran hali) her ışığın kendi gölgesi varmış, öyle derdi dedem (ışık… yani bir gölgenin hiç olmayan hali) şu gördüğün sapsarı kayısı evlat! işte o ışığın birikmesidir… utangaç kiraz, huysuz erik… bunlar da güneşin kardeşleridir rüzgarlar ışığın at binmesidir fırtına kılıç kuşanmasıdır şu yağmur ki durmadan yağar yağmur işte... yağmur damlayan gözyaşıdır ve bembeyaz kefenidir kar peki dede! ya şu sahanlıktaki gölge? kaç zaman oldu yalınayak oynaşıyor yumuşacık ıhlamur kokuları içinde ne demeli şu gölgenin yersiz neşesine? hem ne derdi var ki bölüyor uykularımı? durmadan ve elinden geldiğince… |
iyiki şiir var. yani iyi şiir...