Sahneler -I-
yine bir Perşembe…
yine sonsuz bir ikindi vakti… kadın fal sonrası bir papatya gibi duruyordu havuzun kenarında aklında eski hatıralar, yeni hatıralar, daha yaşanmamış hatıralar… pembe elbiseler, kırmızı elbiseler, mavi elbiseler… elbiselerin içinde hep aynı kadın, ve adını bilmediği daha nice renkleri varolmanın, varolmanın şımarık rengine boyanmış tekil bir kadın. yüzünde yalancı bir güneş, güneşten kopan arsız bir gölge, - gözlerini kıstı, duruldu biraz sonra, susturdu kendi iç konuşmalarını. - cebinden eski bir resme uzandı eli. “fotoğraflar mutluluğun donmuş halidir” dedi. derken öylesine bir kemandan yine öylesine bir hüzün koptu, öylesine bir kahverengi. hayır hayır dedi kadın, “evler müziğin donmuş halidir” çıkardı, ağır ağır suya soktu ayaklarını. kendisinden geriye kalan ayaklarını. bütün bu uzaklıkların ayaklarla bir bağlantısı olmalı. adam şaşırdı önce, inanmadı rahatsızlandı. adam çekindi sonra, utandı, umutsuzlandı. aklında bir şiirden arta kalan birkaç kelime vardı… onları buldu, yerlerinden çıkardı, yerine cılız bir umudu sakladı. “bir kadın aşkın donmuş halidir” dedi. derken çığlıklar içinde bir çoçuk havuza daldı. yeni yetme bir yazdı, haliyle sapsarı bir hazirandı, Hayır hayır dedi adam, “çocukların yaşıyor olmakla bir bağlantısı olmalı” dedim ya, yeni yetme bir yazdı, haliyle sapsarı bir hazirandı. Boşluğun ortasında, denizden uzak bir sahil kasabasıydı, eski odunluğun üzerinde bir kedi uyukluyordu... sıcaktan bunalan sokak köpeğinden yeterince uzaktaydı. Çocuktum ben, büyüyemiyordum… bir duvarın devamlı yıkılan gölgesine bakıyordum. adamın boş bakışlarından, kadının ayaklarından, kışın beyazından bir de çocuktum daha, korkuyordum. daha kayısı ağaçlarım vardı, her yerde meyvesiz kayısı ağaçlarım vardı. İşte o kayısı ağaçlarım benim, hep vardı. |
"duvar ve yıkılan gölgesi"
tam da böyle bir şeydir şiir.