YAŞANMAMIŞ SABAHLARA DOĞRU
-biliyor musun, nerden geliyor bu sesler...
bir desen içinden bin çiçek açtırarak, renkleri güneş yangını elleriyle işliyor taş ustaları, üstünde ağaç bitmez taş dağları. yel esip kum gibi savrulsun diye, Şirin’in beline düşen saçları Ferhat’ı çiziyorlar bir tarafa, sevdayı nakış-nakış doğurarak tam karşısına. yani duyduğun çekiç sesidir, taş ustalarının yürek sesi yani o ustalar ki Midyat gibi kokar elleri o ustalar ki dağları eriten çekiç gibidir yürekleri... ..., -söylesene, kim vuruyor sazın teline böyle... eriyor bütün duvarları, her hapishanesini tattığım ülkemin müjdecisi olup bir çocuğu sevmenin, yâr koynuna girmenin. parçalanışı budur işte, hasretin sırta biçtiği deli gömleğinin her dokunuşla sazın teline, günebakanın kavuşmasına benzer güneşine. yani bu ses, zemheride çığlıkların susmasının sesidir sazın teline dokunan el Veysel’in elidir o Veysel ki görünenin de ötesini, gören gözlerdir... ..., -peki ya bu nedir, bana gelmeyen her ses... bir sabah uyanmışsın ki gök dalgasız, deniz bulutsuz mavi esmeyen rüzgarlar doldurmuş yüreği, her biri başka melodi. elin kendiliğinden sever, alnına yuva yapmış ak güvercinleri işte o an farkında değilsen de, güzel şeyler gelmektedir, kötü gidenlerin yerine. yani henüz yaşanmamış bir sabah, sana gelmeyen her sestir o sesi doğuran da, doğacak olan güneştir o güneş ki umut balonunu hiç söndürmeyen nefestir... Cevat Çeştepe |
çok beğendim.