Cızlık Dünya
Cızlık Dünya
neden bir cızlıktır dünya ismaritim avcumda hâlâ gidip geldim, gidip geldim, sahici ölümüm bu benim seviştiğim kaypak geceler ah beni bilen bilginler, sessiz ve sönük sağır ve koyu- kendindeler gelirler, yırtmacına bakarak düşünenin. yaprak deldiririm uzaklara sanki bir tabutluk yerimiz varmış gibi sunarlar, sunakların bile uyuyamadığını suyun bilincinde gözyaşı kalır mı? aşk işte bir bayram sabahı uyandırmak kadınlığını yapmış her yeni gelini kuşanılırken eskimişliği tekrar yoktum! hiç tekrar etmem bunu mermiler ve kovanları ayrılık ve acıları gibi girer en sakındığım yere. üstümü ne cûret hiçbir kan örtemez artık kılıcım kesmez kını, üşümeler kalır bende. varsın olsundu, ilgilileri yaşâmım serin bir suya bırakılacaktı elbet bir gün çiçeklere de anlatmayı öğretecekti tanrı!; uslu olunan bir günde kaç defa delirdiğini yas tutularak ve az tutunarak buraya bura’ denilen yere. kayıp ilânları verilen çocukluğuma dönmek en serseri tükürüğümdür. babam hissetsin! pis bir bıçak da olsan, neşeli bir bıçak da olsan güzel de olsan, kesiyorsun işte sırrın bu senin, belki de hayınlığın oysa uçuruma bir dilek ağacı daha diktirmeyeceğim mezarım kendi kendine avunacak! sabahları şeker toplamayacağım ölümlerden sessizliğimin raksına bırakacağım güvençlerimi gülüşlerimi, delirdiğimi henüz kimse anlamayacak! acımı yadsıma, yansıt ve berkit kopan annelerin yerine hiçbir dikiş tutmaz! hiçbir gül konmaz bu yüzdendir, yüzümdeki neyse göremiyorum onu artık o kör edici hayat savruluşları, taşa değe değe günışığını unutan bir salyangoz sanki ruhum yıkılmış viranemden, hatrımı aramaya çıkıyorum üç gün, üç gece, üç hece! ve bir de sevişmenin tutkusu kalır bende olsa olsa nehirlerin neden zıt gittiğini anlamaya çalışırım kokusunu çeke çeke diyârların belki hazine olur bana, yeni bir çocuğun - sarmaşıklığı. elleri içimde… tanrısı kim bilmem, babasıyım ben bu yalnızlığın el emeği, göz nurumdur akşamın gölgemi yok edişi aynalara çıkarım, işim gücüm yok şiir arşınlarım zamanın en küçük diliminden bile. ve gerekirse çalarım avcunuzda tuttuğunuz ne varsa, ihtiyaç gemileri kalkar ben kendimle kalakalırım! mendilim de yok ki seslensin sizlere, bir ân olsun bakışınızı çelsin tütün sarmaya çağırsın, aşk koklamaya çay içmeye beli kırılmış denizlere karşın… söylediysem devrim niteliği taşımalı yoksa nedir pencerenin önünde uyuyan kedilerin küçümsenmiş merhabası. oysa gecenin yanında bir buğday arayan toprağın bana hazin masalları vardır dinlerim çemberin dışındakileri feleğe boyun eğmeyip, cefa çekenleri alkışlarım da olmazsa Perşembe akşamında kan ağrıları kuşun nereye baktığını benden iyi bilen yoktur. ama sen, fakat sen, gelsen bir tutunacak dal ararım bulurum da andım olsun mizacımıza yeni şaşkınlıklar ekleriz dünya der, biz döneriz ortasında; huzur denen fahişenin! haydi kapansın bütün ıslıklara rağmen ey! demeyen kapı sölpükleri açılmayan bir yığın duâ sitemleri geri kalınmış bir yaprağı oynarım orada sonbaharın çoktan başlayıp sonuna yaklaştığı zamanlarda göz önünde bulunmam bugünün! kimsesizliğime yorgan daha açar, ulaşırım sonsuz kavgama bir kim için, sesimi yakmam bundandır şimdi burada bitiriyorum bitmemişliği atımı arıyorum, ya da o şey adını henüz bilmediğim alıp götürecek! nedendir bir cızlık dünya ölü suyunda sızlarım hâlâ! Payanda |