Dağda Masumluğuna İnandığım Lavanta Çiçeği’ne Ağıt
Dağda Masumluğuna İnandığım Lavanta Çiçeği’ne Ağıt
dağda masumluğuna inandığım lavanta çiçeği sessizliği karıştırıp ay yapıyorum kendime avcuma yaklaşma sebebim belki de bu riyâsız bir sandalye arıyorum geçmişimin güzel görüneceği bir pencere anlamsız uykusuzluk değil zamandır dünyadır, dönüp duran akbaba gibi başucumda -acılar yok yere- dur demeliyim orospu lakırtısı genzime sabaha yakınım istediğim oldu gece bekçisi der bana babam ağzımdan kuş düşürdüğüm için gölgesine kanar durur, yıllanmış şarabı bekletirim içimde bilmeden kurban olduğum tanrılar şimdi kimden can alır öğütülmüş kısraktan kan mı aratılır yolu bulamaz, yol gövdenin dönmediği adımdır kaybolan çocukların mektubu nedense tanrılardan önce gelir kapım eskir kim uzansa portakal kabuğuna dönmüş korkulara içimdeki dağ ezilir gezinip durur yazma isteği ve yazamayacak hâl bütünlüğü ne yapsam bazen yapamadığımdadır. sanki arduvaz taşıydı kalbim cehennem ortasında! bilmeliydiniz nasıl kimsesizdim içlerinize bakarken yalımın önemsendiği bir çağda ormanlar niye yansındı? insanlar niye –(!) kimin yuttuğunu aldık ağzımıza ve neyin kurcalamasını yapıyorum küllerimi avuçluya avuçluya aşk seçeyim desem yıldızlar daha yakın süt desem bulutlar bunca beyaz güzellik desem içime koşmak olmaz garip yığıntısındayım küsmeye telâşlı. El Capitan Dağı! hayat dik sevişmelerine örtecek direncim kalmadı. *** uzatılacaksa uzatılsın bu nehir isli bayırlarda koşacağım kalmadı ot dönmüyorum yıldırıma iç çekmiyorum çekmecelerdekine bakıp bakıp kaldırdım dağı! baktım yok bir lavanta çiçeği bile belkim yok kalkmaz da günlerin hışırtısı üzerimden sinsî yılanlar avutuyor dikenleri bulsam sarınacağım o huzur denen sonsuz uykuya yok kutsadığım savaşlar yok ekmeğini elinden aldığım yok oh dediğim Ey! hayat büyük lokma boğazımda durmadan kaldığın sönük duvar silik küvet kim kesecek bu sana haykıran ellerimi yine benden başka. büyük konuştum büyük denizleri gördükçe ağlayışım benzedi çamur hazinem oldu kuytularda bir sevgi sıcaklığı aradım belki çocuktum çok çocuklu bir omuzdum yaşlandım geldim geleli öldüm ilerlerken ölünce dur yaşa dedi! geçti üzerinden yığınlarca kamışsız meyveler tadına bakılmadık heyula kalmadı bende kin tohumları ekmedim fakat koşturdu üzerime bıçağa kurban olmuş tanrılar neyi ayırt etmeye gelmişlerdi ne yapılabilirdi sivrî bir emelle birbirine berkit, ayrı ne durabilirdi? bacaklarını yalnızca ne için açarsa o mudur insan toprağın keyfine mi ölüler gidin başka yere gömün benim berbat gecelerimi hükmen mağlup olduğum suları kanıya kanıya bakıştığım memeleri içimde saf memeleri kalplerini örten kötülüğün demek istemediği - ne varsa yüzüme ekleyip bakmadım mı göğe? sanki isteksizdi silâhlanırken avcıma âşık olduğum günler geri gelmeden kaçışıyorum çiftliğimden. gece bekçisi der bana babam gündüzleri insanlara görünemediğimden belki olurdu cennet eczası bir dokunuş ah bin okuyuş isterim ben! Ey! sümüklü böcek görkemsiz halaylar zincirsiz korkuluklar ussuzlar neresine dönsem batıyor zaman alın beni kuşlar! götürün siz daha iyi bilirsiniz adresi kara bu dünyayı ya da hapistekiler bir tünel bir kuyu kazalım gitmek için buralardan! suçum yoktu baba gece bekçilerinin suçu olmaz mezarlara bakmaktan başka şiir saklamaktan, yakmaktan hattâ bir kadına daha çok inanmaktan bir adama daha çok utanmaktan bir yaşâma daha çok azalmaktan çiğ süt emmiş kadın düşüyor gece yatağıma gözümü açıp bakamıyorum ağlamaktan… Payanda |
teşekkürler, okumamız için burada yayınladığınız için.