Göç HikayeleriLütfi iyi adamdı, hoş insandı Yapmadığı iş kalmamıştı yaşarken Daha on üçünde evin direği, on sekizinde korucu, yirmisinde eşkıya Sekiz kardeşin beşi kadın, on yedi çocuk eline bakardı yirmi beşinde Evlenmemişti, yeğenlerine de o bakardı Eşkıyalığı bırakıp, adam gibi yaşayayım dediği gündü; Geç kalmanın yanı sıra, korkuyordu, Ankara’ya gitmeye kararlıydı Arkada bir anne, ellerinden öptü saatlerce Ağladı, Sıcak tandır ekmeğini temiz bir beze saran annesine baktı Ağladı. Asker kaçağıydı, kimliğini on yedisinde üsteğmen Bekir çıkarmıştı Yirmisinde çıkınca dağa, gitmedi askere Kimi zaman uzun uzun baktığı oluyordu ulu dağlara Yaşam dedikleri buysa, bu olmaktan vazgeçebileceği yaşam da, yaşanabilir miydi acaba? Düşündü günlerce, saatleri böldü, bölüştürdü; iliğinden aktı baba hasreti O babasını hep yatak da görmüştü Annesi uzak da, dayanamadı, döndü evine O günde, Ankara’ya gideceği gün gibi, ağladı. İri gözlerinden yanağına akan yaşları silmişti annesi beyaz tülbendiyle Annesi zahide, derviş sabrı vardı koca kadında Elleriyle mavi göğe dilekler bağlayan kadındı, büyüktü; çok büyük yüreği. Bir panik vardı, garip bir neşe rayların arasında Yanında üç kuruş para, hani olurda çaldırmasın diye atletine dikilmiş bez cüzdanına Avuçlarını yaslayıp, düşünmeye başlamıştı o anda Gördüğü güzel kızlara, kadınlara bakardı hayranca Ama pek de sürmezdi sefası, belki en fazla on saniye Sonra yine böğründe kalıvermiş acıları depreşirdi Sudan parlak, kırmızı yasları resmeden sızısıydı Onu denizden çıkartıp, lavların ortasında yaşamaya mecbur kılan. Yakılan coğrafyasında kirpikleri bırakmıştı gelirken, Geçmişti birkaç gün, tükenmişti azığı, parası Beş parasız dolaşırken Ankara sokaklarında Bulutlara bakındı, bileklerine dolanan çileye aldırmaksızın Çocuksu çığlıkları hiç kendinde tanımadığı bir aşk ile Mühürlendi kara gözleri karlı dağlardan uzak bir hayal şehrine Kime yaklaşıverse, kaçıyordu insanlar kendisinden Korkulacak bir hali de pek yoktu, ancak yokluğun gözü kör ola Sonunda kaçmamışken biri kendinden öte yana Parmağının ucuyla bulutları gösterip, sordu kır saçlı adama -Şu bulutlar nereye gidiyor böyle bey amca? Yüzleri panik insanlar geçiverirken aldırmaksızın yanında Artık üzüm çekirdekleri, soğuk kış gecelerine ilaç pekmezsiz Yaşamaya başlarken yurdunun hiç bilmediği yarısında Dudaklarıyla aşkları tanımadığı insanların yaşadığı evlerin çatılarına bırakan Kır saçlı adamın dingiliğiyle söyleşiverdi hüznünün kanıksanmış yanına -İstanbul, İstanbul’a! *www.youtube.com/watch?v=WorbaEi6ZK4 |