Ebruli Pabuçlar
Puslu bir geceydi,
dışarıda bir parya inledi. Sesi öyle boğuk, öyle acıyla doluydu ki karşımki cama yansıyan boğazın ışıkları bile titredi. Evim Cihangir’deydi; ötede boğazın ışıltılı seması, arkada barların mutluluk edası... Birbirini avlayan, aldatan, soyan, bıçaklayanın, hüküm sürerdi ürpertici hırsı. İşleri çoktu ama gevezelikleri kadar yaptıkları çok iş yoktu. Aşkı unuttukları sanki bin yıl olmuştu. Maddenin şehveti gönülleri doldurmuştu. İşte yaşanan böyle bir zamandı. Kahramanımız, içine ozanın ruhu girmiş, yorgun bir adamdı. Yalnızlık, onun alnına dizilmiş vazgeçilmez bir gamdı. Karşı kıyıda, birbirinin üstüne abanmış binaların, pusun ardında parıldayan ışıklarından çevirdim gözlerimi. Sigaramı yaktım, ceketimi aldım, kapıyı açtım. Görünmeyen bir ufka dalmış düşüncelerden kaçtım. Ilık bir güz rüzgarıydı şimdi genzimi dolduran ve beton yığınların arasında, o yama gibi duran yeşilliklere bırakılmış çöplerin kokusu, karanlık köşelere sinmiş sidik kokusu, bacalardan yükselen yanık et kokusu... Dar sokaklar boyunca, loş fenerlerin yansıdığı arnavut kaldırımlarının üstünde yankılanan, sivri topukların sesiydi. Bir sokak kapısının kovuğunda şehvetle inleyen, kimbilir, hangi karşılıksız aşkın hevesiydi. Galata’nın arka sokağında, bir vitrinin önünde durdu. Vitrinin sergisinde yalnız bir çift ebruli pabuç gözüne vurdu. Pabucun sarı fiyonkları vardı, belliki, el kadar narin bir çift ayak için tasarlandı. Dükkanın kapısına dokunan eli kapıyı hafifçe araladı. Gecenin bu saatinde kapısı açık bir dükkanın ne işi vardı? Biraz merak, biraz da arsızlığın cilvesi, heyecanla, vitrininde ebruli pabuçlar sergilenmiş dükkana daldı. İçinde bulunduğu mini minnacık, bomboş bir alandı; etrafta küflenmiş tahta kokusu ve fare tıkırtıları vardı. Bu anamalcı dünyada Beyoğlu’nda bir dükkan, nasıl bom boş kaldı? Birden kulağımda fısıltıyla konuşan yükses bir ses, “Vay anam vay! Adama bak vay!” dedi bir nefes. Korkuyla ürperdi çarpıntılı kalbim; kitlenip titredi, soğuk soğuk terledi tüm bedenim. Uyandım üç kuruşluk, çatlak megafondan çıkan ezanın sesiyle. Anladım ki gördüğüm kara bir rüyaydı. Aslında, ne pis kokulu sokaklar ne de aşksız yalan bir dünya vardı. Sadece, alnıma dizilmiş gam, aklımda sarı fiyonklu ebruli pabuçlar kaldı... |
birbirinin üstüne abanmış binaların,
pusun ardında parıldayan ışıklarından
çevirdim gözlerimi.
Sigaramı yaktım, ceketimi aldım, kapıyı açtım.
Görünmeyen bir ufka dalmış düşüncelerden kaçtım.
gönlün sesi çok güzeldi.
kutlarım..