Lacivert Gün
Lacivert Gün
Lacivert bir gündü. Plajda ölü bir tanrı vardı. Elleri titreye titreye yazdığı kaderleri masaya koydu ve sordu: hayat kimin, kime, neresindedir? Bütün ölüler bir ağızdan kuma gömdükleri iskeletlerini çıkartıp: intihar! dedi. Bu hayatı beğenmedim, değiştirelim; demek nasıl geçerli olmuyorsa intihar da gerekli bir istektir, diye cümlelerini bitirdiler. Saçların geldi hemen aklıma. Saçların ki iki dağın arasına doğru uzanmış cümlelerimi hiçe sayardı. Gözlerine nüfüs cüzdanı çıkartamazdık, tanımı yoktu. Sanki bir Allah’ın da yoktu senin. Sesin, bir kelebeğin son dakikasında okuduğu şiirdi. Lacivert bir gündü. Evet, siyahla karıştırılmış bilinçsiz bir tabloydum. Her tuval darbesinde, melankoli! diye bağırırdım. Korkuyordum senden. Çünkü sensizlik bana ölüm ısmarlıyordu. Yalnız dualara çıkan ellerim ellerine hasrettir. Ruh, ruhuna hasrettir. Varlık, bir varlığa saplanmışsa o kılıcı yalnızca tanrı çıkartabilir! Bizim aşkta tanırımız; varlığımızdı, istemedim hiç o kılını kınına sokmak. Kahverengi dudakları olan bir rüzgâr da yanıma koştu. Rüzgârların sahibi yoktu. Sanırım yalnızlığının da sahibi yoktu senin. Yalnızlığın, her gece sırtımdan hançerleyen, ordusu kalabalık bir imparatordu. Lacivert bir gündü. Yenilenen fotoğraflar yıllar eskitip kenara koymakla hükümlenmişti. Mehtap, seyri zor bir düş tutulmasıydı. Çığlıktım, çıktım üzerinde adının. Çünkü hayat, ölüme blöf yapıyordu. Bir nefes daha çektim sigaramdan, bir çiçekten, bir duadan, bir yalnızlıktan daha çektim. Daha da geçtim kendimden, renkler arasında griydim, kayıptım, ehliyetsizdi ellerim. Ellerine vahiy indirirken, ellerinin sahibi yoktu. Bu yüzden; Aklımın artık bir sahibi yoktu, sendim, delirdim! Sanırım aşkın da sahibi yoktu senin için. Oysa; Aşk, tanrının bir çocuğa armağan ettiği kalp atışında atıyordu. Payanda |
jakoben olacak kadar da halkın bir parçası olduğunuzu, yaşamın diğerlerinden daha mühim ve özel olmadığını anlamak.vs.
çok benlik şeyler değil yanim :))
Merhaba