Sufiişte böyle zamanlar akrebin yelkovana küstüğü an bir ıslık tuttururum kendi kendime kaldırım taşlarını sayarım kimi ak kimi kara alengirli geçen hayatımın çıkmaz sokağında demlenirken geç kalmışlıklar bir adım daha yaklaşırım azrailin fersiz gözlerinin gölgesine şafak vakti kırılırken günün ışıkları yağlı urgana uzatıyorum boynumu ellerimde kesik kılıç izi ve bazen işaret parmağım gösterirken şimaldeki en uzak yıldızı ağzımdan söküyorlardı ciğerimi bir soluk aşkına tanrı aşkına vurun beni atın çöllere akbabalar yesin leşimi ... karanlığın en serin yerinde görüyorum yüzümü biraz hırçın biraz kırgın verdiğim sözler gelir aklıma tutamadığım için ağladığım sözler ... ve bazen günahlarımdan arındırırken gül yüzlü bir sufi çehreme ay düşer gönlüme ateş sür şimdi namlusuna mermiyi sufi sık kalbimin ortasına bitsin bu kutsal çile ölsün her yanını ayrık otu saran bu yürek ölsün ki üçüncü sayfa haberi olmadan kendi morgunda buz tutsun biraz nem biraz rutubet koksun böyle zamanlarda işte sufi susar şarkılar ağlar kalemin ucundaki şiir gelmişine geçmişine kendisine düstur edinmiş alkol kokusunu damarlarına sindirmiş topal masada mezopotamyalı bir çocuk doğar |