Duruyordukduruyorduk sessiz ve umarsız bir gece köpekler havlıyordu soluk alıp verirken yarı ışık odada evimizin önü karanlıktı tiz, dağları delen şarkılar söylüyorduk hiçe sayıyorduk. var olan karanlığı sokağa bırakıyorduk avuç sıcaklığında gülü bir öpüş bir gülüş düşüyordu kimi gün taş ayakların değdiği yola savruluyordu ellerimizden umutsuzluk ayrılık ölüm duruyorduk güneş iliklerimizi ısıtır can, diyordu kimileri gülüp geçiyorduk daha sıkı bürünüp giysilerimize şalvarımızın paçaları toprakta su arıyorduk savaşlar oluyordu bir yerlerde bizim savaşımız kendimizle işimiz gücümüz direncimiz savaş geçmişti bizim için, tarihti gerçek savaş yaşamamızdı her bahar sarı kır çiçekleri açıyordu taşlı çalılı yollarımızda yenerek gelecek korkusunu atıyorduk ilk adımı taşlı tarlanın bahar yüzüne eğiyordu selvi kavaklar dallarını sallanıyorduk işe yarıyordu çalılar sorguya çekiyordum ellerimi beynimi ne işe yarıyorsun? yüreğe dikilen gül parmaklarımın kavradığı kalem düşlerimin bayramı yar dört duvara kapanan insan ne işe yarıyorsun? duruyorduk bir ucunda dünyanın el fabrikasında un öğütülürce eller öğütülüyorlardı yurt elleri yar/eller kıvanıp bitimizden paklandığımıza kurtulduğumuza veremden karanfil takıyorduk şapkamıza sıkıca kavrayıp pilli radyoyu gâvurca müzikler arıyorduk cızırtılarda gâvurun işini yarılayıp yankılanıyordu meşe yüklü dağlarda kekik kokulu türküler oyy anam oy! sevdan deniz gibi, yürekli ölüme karşın dimdik tomurcuklar bıkmadan açıyordu nisan’da büyütmeye çalışıyorduk çocuklarımızı küçülmeye başlıyordu düşlerimiz kırışıyordu alnımız göz altlarımıa yerleşiyordu halkalı izler duruyorduk alt alta, üst üste sağda, solda yukarıda, aşağıda herkesin doğrusu yine en düz kimimiz şehit kiminin ölüsü süpürgelik kan oturuyordu ağlamaktan gözlerimize altta üstte aşağıda kim yığıyordu yüksek yoz tepeleri bu kof yağmurları kim yağdırıyordu gitmiyordu ülkemden ölüm davulları çalıyordu, güm güm güm duyuyorduk uzaktan sağda, solda değişiyordu annelerin ninnileri uyumasın yavrum uyumasın duruyorduk büyüyordu korku adım atmaktan , çabuk yere inip bakıyordu gökkuşları çalımlı adımlarla yaratmışlar sanki dünyayı siyah kuyruklu arabaları söndürüyordu söylenecek sözlerin yıldızını. çekip gidiyorlardı döküm döşek ortalık içi kurumlu siyah adamlar eziyordu dağ çiçeklerini çiçekler güneşe aşık göğün mavisine yağmura dağ katlanmaz silâh seslerine acı noktalı ölüme bir gün katlar kendini içini gösterir giremez öyle kurumla, kurumlu adamlar ezemezler kadımalakları dağlar geçer birbirine dağlar canlıdır çiğdemine sahip durmaz sallanır ekinler her şey yeniler kendini duruyorduk kimse bilmiyordu haritada yerimizi! eski şiirlerimden/ Nazik Gülünay |
duygulu ve akıcı,gönül sesinizi kaleminizi
kutluyor saygılar sunuyorum..