2
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
1384
Okunma

kulağım çatlıyor yanlızlıktan
bir hava alanı diyorsun iniyor benden kuşlar
evin en görkemli yerinden
içimden ırıyor bakışlar
Açılmış eğreti gülleri kokularında baygın
En görkemli saatinde yıldız alasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içinde dingin
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu ayakkabısı çocuğun
Rüzgar uzak karanlıklara koymuş yıldızları
Mor kıvılcımlar geciyor dağınık yalnızlığından
Heryerinde ağır yanık izleri
yıldırım kusuyor geceleri
Ayrılığı hisettim demirlerin pasından
Ay ışığı gözlü karabiber ağaçları kadın
Gecenin ırmağında yüzdürüyor zambakları
yeninde unutulmuş tedirgin gülümsemeleri
Doğudan gelen bir kutuyu açarken
kilitler gıcırdıyor ve kirişlerde ağlamaklı sesi
Veya terk edilmiş bir evin içinde dolap
siyah buruk toz kokusu bulanık
Bazen hatıralar eski bir kutu
bütün bir hayatın yaşadığı kuytu
Bin düşünce uyuyor pupa yelken
Mitolojiyle ne kadar barışıksın
O kadar insansın
Ne kadar yalan söyleyebiliyorsan
aşka o kadar yakınsın
Akşam gördüm seni
Değişmişsin denizlerde
Akmıyorlar artık aynı yöne
Yaşlanmak gibi değil sanki
Sana hayatı yavaş yaşa demiştim
Bıkmışsın
Bende zamanı unuttum sende
Hep yanlış bakıyorum her seye
Nice kırık resimler var bende
Kıyısında unutulmuş hayatın
Sabahlar geceleri sayabildiğin kadar
Bülbül bir gül için her baharmı ağlar
her yanı gökyüzü biçiminde
bir kadın bulut taşıyor sırtında
gözleri bir patikanın uçurumunda
usanmış gökyüzüne küfür etmekten belli
kendi gökyüzünü arıyor bende
bütün ağaçlar yağmur altında
bir adam toprak taşıyor sırtında
gözleri uçurumun dibinde
usanmış yeryüzünü paylaşmaktan
senin bir yüzünü arıyor bende
sen ben ve bulutlar
senin yüzüne ay ışığı düşüyor habire
unutuyorum bakışlarımı sende
buralarda yalnızım belli
biraz konakladığımız küçük dünyada
her kes kendi derdinde
seni düşünen yok belli
mutlu olmak mutsuzluğu büyütürmü sence
kendi toprağına gömülmek mutlu ediyormu seni
mutlu birini görünce
mutsuzlukmu anımsıyorsun
nice insan var güneşle doğup
akşamdan ölüyorlar oysa
ve kalabalık yaşamayı seviyorlar belli
böylece kendilerini güvende sanıyorlar
yada iç güdülerinin tutsağı olarak
yada bir yalan bulup
takılmak ardından
yada tek kalıp yollarda
kurda kuşa adres sormak
"tutsaklık"
gece yarısı kentlerini çağrıştırıyor bende
bomboş sokaklarda seni aramak
dükkanlar kepenklerini indirmiş dahi olsa
elmalar üzümler kestaneler
aykırı bir ortamda
bir ölülük her seyde
bir donukluk içerisinde
bir anlamları yok
boşalmış balık ağları
bir işe yaramamanın hüznü içerisinde
bir vitrin düzenleyicisinin
bütün hüneriyle süslediği bir plastik manken
soğuk camın ardından yalnızca karanlığa gülümsemekteler
sanki orada hiç kimsenin göremediği
çok insanca bir olay var
oysa görünürde binlerce volt elektrikle
yüklüymüş gibi gergin
ve tehlikeli duruşuyla gece bekçisi
bir de onun tabancası vardır yalnızca
yani bütün kent koca bir hapishane
gece bekçisi de melek olabilir mesela
hızla geçip giden bir trenin gürültüsü
çok uzaklardan geçen bir geminin düdüğü
seni birden o sığ kaygılarından koparırlar
içinde bir tutam fırtınanın giderek büyüdüğünü duyarsın
vitrinlerin ve kepenklerin arkasındaki eşyalar
insanların hırpalayıcı dokunuşlarından kurtulmuş
kendi kendilerine yaşamaktadırlar
yaşayamıyorduk biz öyle
insanları iki yüzlü olmaya çağırmıyorum kuşkusuz
insan bir başka insanı da yüreğinde duyabilmeli
bir de suskunluğun altında yatan korkunç haykırışı
yaprağın dalından kopuşu ile
yere düşüşü arasında geçirdiği
o çok uzun ve kanlı serüveni bir de
hiç unutmam
bir tren yolculuğu yapıyordum
tren birden tehlikeden kaçan bir yılanın
deliğine girmesi gibi kıvrılarak bir tünele girdi
tırnaklarımdan kan sızıyordu
bu yüzden bir yanım yeryüzü
bir yanım yalnızlık
gibi bir yanım gökyüzü
bir yanım yalnızlık
sürekli kendini dövüyorsun
nerede bir fırtına kopsa
camlar kırılıyor içinde
sen hangi ölümü yaşıyorsun bende
geçmise bakıp
çocukluğuna dair bir belge var mı elinde
ömrünün sokak aralarını yokluyorsun bende
unutmuş olabilirim diyorsun kapı eşiğinde
yada bir duvar dibinde
bu şehirde bir şeyler eksik gidiyor
gidelim diyorsun habire
bütün gemiler batmış oysa
iskelede yalnızız
bu şehirde bir şeyler garip
ihanete uğramış bir deniziz
bir çocuğun elleriyle değişip
gidiyorsun hep
acemi bir terzi gibi kullanıyoruz zamanı
biçtikleri yollar da uçuşan
kesilip atılmış kumaş parçalarıyız
hayatı anladıkça büyüyor insan
büyüdükçe dönüyor ilk yalnızlığına
acı, kurşun yüklü bir tabanca gibi
sinsice sokuluyor böğrümüze
bir de artık çekilmiş bir deniziz
tuzu ve maviyi çaldılar kıyılarımızdan
hayatta ne kadar yumruk attığın değil
kaç tekmeden sonra ayaga kalkabilecegin önemli
yada acıkıyorsun habire
sofradanmı doyuyor duyguların
yemesen çalışmıyormu miden
işte çocuk koşmaya çalışıyor kumsalda
karanlığı çözüp ayaklarından
soluduğu yağmur kokuyor
bir sevinç yeşeriyor bende
yüzündeki yıkıntılardan
şairler sürekli ateş taşırlar ellerinde
tutuşturacak bir şey bulamazlarsa kendilerini yakarlar
ve
şarap şişesi birden çatladı
toprak kana bulandı
Dağlar da yandı bende
kargalar sustu
gün ağardı
adamın elindeki dal parçası
yanıyordu hala
5.0
100% (5)