Kısa Cuma
istediğin şavkıydı bir öğlen güneşinin
karnımız acıkınca terlemiş aydınlıkla boğuk kısa ayrılıklara bile göğüs germeye korkakken tüm varlığıyla cesaretimin imbikten geçmiş kılıcı yemin tadında sözler verirdim gülüşlerine... eski soluklanma törenleri gelir de aklıma soluksuz güzelliğine daha bir tutulur düşüşlerim bence aşk düşmektir kahverengi bir kabustan yeşil bir rüyaya bence sen çıkmazlarımın meydan okumasısın imkansıza bir hafta sonu iyimserliğiyle garip sırtıma üşüşen bu yalnızlık kokusuna rağmen bence gül şimdi yakışanıdır çocuk hallerine vuruluşuma... kanamaları temmuzlu bir hayal kırıklığındaydı bu yaşamak alışkanlığının ve seni sevmek zamanın monoton bir zamansızlığa göz kırpışıydı mecburi ölüşlerimle bileklerinin narin mazlum duruşuna üstelik kente öğlen sıcağı çöreklenirken iç yangını bol bir üzüntünün her zamanı kısa cumasında... bil seni bıraktım artık gözlerinle aldatıyorum tanrıyı... hafif tonlardaydı şuh ezgisi ayrılık hıçkırığının şeytan boy ölçüşemezdi bu oyunuyla dudaklarımın ben ne desem ağzımdan ne çıksa aslında o sendin bunu bir ben anlardım bir de pespaye yalnızlığım ve sen anlasaydın belki yalnızlık diye bir şey hiç olmazdı bil seni unuttum artık sesinle anlatıyorum sanrıyı... kağan işçen... |