BABİL KULESİtarihlere ve tarihçilere bakarsanız akıllı adamlardır babilliler, yıldızlar gibi akmış, ama izler bırakmış adamlar, arkalarında. onlardan söz edince sıralanır yenilikler, tansıklar birer birer onlarla anılır ve onlara mal edilir hep, oysa geniş tabanında ne gotiği, ne baroku, ne kübiği, ne de başka bir mimari üslubu doğuracaklardandılar. köleydiler, ümmiydiler, görgüsüzdüler. tek ahuramazda’nın sevdası dolaşıyordu damarlarında arı duru çünkü onunla doğdular, hep onu duydular ve onunla büyüdüler. yedikleri ekmekte, içtikleri suda, toprağın nabzında tastamam onun gizemini buldular. inandılar ve sarıldılar sıkı sıkıya ona, nasıl sarılırsa yosunlara, suya düşmüş yüzme bilmez bir adam. yaslandılar ona güvenerek, yaslandığı gibi bir körün, bastonuna. yürek saraylarında taht yaptılar ve taptılar yücelerin yücesine ama bu da yetmedi, yetmedi sadece inanmak ve yanmak ona, yetmedi o sonsuz koşu yetişmek için onun erişilmez sesine yetmedi sadece kulluk edip, dize gelip yıllarca yakarmak ona. içlerinden biri bir çözüm buldu ve buluşunu hemen duyurdu: amaç tanrı’yı sadece özlemek değil, çok yakından görmekti, ve önce ona ermekti göğün derinliğinde. kısaca sorun buydu; yani tanrı katına ulaştıracak dev bir kule inşa etmek gerekti. insanoğlu yitirmediği sürece içindeki sesi kovalama hevesini bir gün mutlaka diker kendince, düşlediği kendi babil kulesini. |
Tebrik ederim.