SARIK
SARIK
ceketi avrupaiydi, sıralı sarı düğmeleri köreltirdi güneşi bile ve general görünüşü verirdi dedeme. daha yakışıklı yapar, daha bir ciddi gösterirdi onu. ve o, sakalını kısacık kırpar, uyum içinde olmaya çalışırdı hep havalı ceketinin ahengiyle. onu kim bilir nerden almıştı, ya torunlarından arda kalmıştı, ya da bir bağıştı bu ceket, dünya görmüş bulgarların birinden, dedemi türk olarak tanıyan, türk olarak bilen, onun için seven. asıl önemlisi ceket hoştu ve dedeme gerçekten oturmuştu. ama ayağındaki ev işi aba poturla ve kaba saba ayakkabılarla avrupai ceketin ahenk içinde olduğunu söylememi beklemeyin. dahası mı? tüm bu güzelliklerin tepesine bir de sarık ekleyin. bu haliyle tanırdı onu yaşadığı köy, dolaştığı yöre, ektiği tarla… bilgelik kalıtıydı dedemin yüzündeki çile izleri karık karık okurdu da yazamazdı, ama gerektiğinde doğru hükmederdi, “abdülhamit bize yazı öğretmedi” der, kahkahalarla gülerdi buda gibi bağdaş kurup otururdu, başında hep o bildik sarık. gün oldu zulüm bekçileri zulmü dedeme de tattırdılar zalimce. perişan ettiler onu “sarığı at” dediler “yok bunun başka yolu!” yaşlı adam, iki eli sarığında, haykırdı gözleri yıldırımlarla dolu: “alçaklar, erkek adam başlığını vermez, başını vermeden önce!” onur yolu hiç kuşkusuz ölüme götüren yolların en şık yoludur ucunda ya toprak olur, ya bayrak olur, ya da asil bir sarık olur. |
Adi olsaydı baş verilmezdi.Çeket, pantolan için baş verildiğini hiç duydunuz mu?
Siz öyle zannetmişsiniz...